Sekiz yıldır aralıklarla düzenlediğimiz MBY Deniz Sohbetleri’ne okuyucularımızdan gelen talep doğrultusunda hız kazandırdık. CNR Avrasya Boat Show’da düzenlediğimiz söyleşilerden ilki başarılı takımımız Team Turx’ün skipper’ı Edhem Dirvana oldu.
Bu yıl 10’uncusu düzenlenen Extreme Sailing Series’in ilk ayağı 17 Mart’ta Umman’da başlıyor. Ülkemizi başarıyla temsil eden Team Turx’ün kurucusu Dirvana’ya mücadelenin nasıl başladığını soruyoruz.
Nasıl girdiniz bu mücadeleye?
Aslında babamın sayesinde diyebiliriz. Allah rahmet eylesin, bana yelken heyecanını o verdi. Ölmeden bir süre önce de “Sen bu yavaş teknelerle uğraşma, en hızlısı neyse git onu yap” diye vasiyet etmişti. Bana bir hedef koydu. Açıkçası bu noktaya geleceğini hayal etmiyorduk. Hem babamın vasiyetini yerine getireyim hem de dünya çapında ne yapılıyorsa onu yakalayayım istiyordum. Bir katamaran satın alıp Bozburun’da kullanmaya başladım. Ufak bir katamarandı bu, 20 ft’luk ama kullanınca çok keyif aldım. “Biz ne yapıyormuşuz bu zamana kadar?” dediğimi hatırlıyorum. Sonrasında da bunun büyüğünü alma şansım oldu. O tekneyi de vakti zamanında Cem Uzan getirmiş Türkiye’ye, Formula 40 tipi. Extreme 40’ın bir önceki jenerasyonu diyebiliriz.
Sizin yollarınız Extreme Sailing Series’le nasıl kesişti?
Extreme serisi 10 yıl önce başladı ama dünyada bu tip yelkencilik 1980’lerden beri yapılıyor. Formula 40 serisi ile başladı. Ama o zamanlar yelkenliler ağır, bir yere gittiği yok, sponsorların ilgisini çekmiyordu. İnsanlar heyecan arıyor. Cem Uzan Formula tipi tekneyi görüp oyuncak niyetine almış, sonra TMSF el koyunca tekne ortada kalmış, birkaç kez el değiştirmiş, sonra bize kısmet oldu. Arkadaşım Sağnak Döker Türkiye’nin en iyi alüminyum direk imalatçısı. Onun tavsiyesiyle tekneyi aldık, Bozburun’da kullanmaya başladık. Bu arada ben America’s Cup, Extreme Sailing gibi yarışları takip ediyorum. Bir gün bir baktım Umman, Çin, Kore, birçok ülke takım kuruyor. Hem ülkelerinin en iyi şekilde tanıtımını yapıyorlar hem de kendi ülkelerinde yelkeni yaygınlaştırıyorlar.
Ve sen de bu amaçla başvuruda mı bulundun?
İlk düşündüğüm elimizdeki tekneyi kullanarak bir takım kurmaktı. O sırada laser sınıfının sekreterliğini yapıyordum federasyonda dolayısıyla yeni nesil yelkencilerimizle çok vakit geçiriyordum. Onlar da Bozburun’a gelip gidiyorlardı. Onlarda da hevesi görünce bana da şevk geldi. America’s Cup yönetiminden yetkililerle konuştum. Açıkçası ben ilk önce America’s Cup’a gidelim istiyordum. Sonra birkaç kulüple konuştuk, yapar mıyız yapamaz mıyız diye. Kimisi olumsuz, kimisi “Gideceksiniz de ne olacak?” diyor, “Bu iyi bir şey, hadi yapalım” diyen yok. Baktık olacak gibi değil, en ufaktan başlarız dedik. Sonra Mitch Booth’la biraraya geldik. “Biz bir takım kurmak istiyoruz, tekneler de bunlar” diye bir bir anlattık. “Bari bir öğrencinizi yollayın da bir şeylere başlayalım” dedik. Ama kendi geldi.
Sizdeki potansiyeli baştan gördü yani?
Bilmem ama kulun istediği bir göz, Allah verdi iki göz gibi bir durum oldu. Formula 1 takımı kuralım derken Michael Schumacher geldi ve “Ben size koçluk yaparım” dedi sanki. Tabii hemen çalışmaya başladık, Bozburun’da kamp yaptık.
Ekipte kimler var o zaman?
Can Bayülken, Ateş-Deniz Çınar, Onur Bilgen vardı o zaman. Kampa girdik ama ciddi bir sponsorluğa ihtiyacımız vardı. Sonuçta sekiz yarış var ve bunun yıllık bütçesi neredeyse 900 bin Euro.
Bu bütçe neleri kapsıyordu?
Sporcuların maaşları, lojistik, konaklama, antrenör, bot, botun yakıtı yani anahtar teslim her şeyin maliyeti. Aslında sponsorlar için inanılmaz bir mecra çünkü markalarını uluslararası platforma taşıma şansı elde ediyorlar. Açıkçası ben Türkiye’de bunun çabuk olabileceğine inanıyordum. 900 bin Euro kulağa ilk başta büyük bir rakam gibi gelse de aslında değil. Büyük bir markanın reklam bütçesi bu rakamın altında. Ama işler benim düşündüğüm gibi olmadı, bunu anlatmak çok zamanımı aldı. Kaç toplantıya gittim, kaç kez aynı şeyleri anlattım hatırlamıyorum. Bir ara delirdiğimi bile düşündüm. Ama bu iş öyle bir iki kapı çalıp sonra da “Olmayacak bu iş” diye pes etmekle olmuyor. İttire ittire yapman lazım.
Size ilk destek veren kim oldu?
NTV Spor. İlk sponsorumuz onlardı. Yarışın bir ayağı İstanbul’da olacaktı. Organizasyon gittiği ülkeler için bir kontenjan açıyor, biz de ev sahibi takım olarak yarışa katılmaya niyetlendik. Ama yıl 2013. Malum Gezi Parkı olaylarının patladığı yıl. Haziran ayında İstanbul’da yapılması planlanan ayak da yaşanan olaylar sonrasında iptal oldu.
Diğer takımların yapamadığını yaptık, gönüllerin şampiyonu olduk. Gittiğimiz her yere lokum götürdük. Sanırım bu işe yaradı.
Tam motive olmuşken araya bu olayın girmesi ekibi nasıl etkiledi?
Aslında vakit kazanmış olduk. Bol bol antrenman yaptık ve 2014 yılında seriye önce Arkas daha sonra Kaya Ropes sponsorluğuyla katıldık.
Ve daha da önemlisi ilk defa Türkler bu seviyede bir yelken yarışına katılmış oldu…
Evet, alnımızın akıyla da çıktığımızı düşünüyorum. Seriyi sonuncu bitirdik ama zaten böyle bir yarışa daha önce giren bir Türk takımı daha yoktu. Bu da bir şey. Tabii bunu anlatmak bile zor. Bizde katılana kadar “Katılamazsın” derler, katıldıktan sonra da “Neden birinci olamadın?” diye sorarlar. Halbuki asıl hedefimize ulaşmak için zamana ihtiyacımız var. Sonuçta bu sekiz ayaktan oluştuğu için kimisinde daha iyiydik, kimisinde kötü. Nihayetinde Team Turx bir başarı elde etti mi, etti.
Peki sponsorluk anlamında işleri kolaylaştırdı mı bu başarı?
Tabii ben bunda da yanıldım. Sandım ki bu gururla sponsor yağacak, kapımızda sıra olacaklar. Öyle olmadı. Bu sefer bende bir moralsizlik oldu. Bu kadar uğraştık, hâlâ ilerleyemiyoruz diye. Derken organizasyon bizi aradı, bir takıma ihtiyaçları varmış. “Sizin sponsorluk süreci uzadı biliyoruz. Bazen bu işler uzun sürebiliyor. Yeni başlayan ülkelerde daha önce de yaşadık bunu, biz size destek olacağız. Hele bir bu işin önü açılsın, gerisi gelir” dediler. Dedikleri gibi de oldu. Biz 2015 sezonunda serinin bir parçası olarak başladık ve sponsorluklar geldi. Önce Beko sponsor oldu, sonra Kaya Ropes, en son da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğini aldık.
Bakanlığın sponsorluğu hepimiz için umut veren bir adımdı. Onlar mı geldi, yoksa siz bir teklifle mi gittiniz?
Daha önce ben onların kapılarını birkaç vesileye çalmıştım. Daha sonra biraraya geldiğimizde de projeyi detaylı bir şekilde anlattım, Türkiye’nin tanıtımına katkı sağlayacağına ikna oldular. Sonuç da güzel oldu. Sayısız dergi ve TV kanalında inanılmaz bir reklam oldu.
Asıl etkileyici detaysa sizin en favori ekiplerden biri haline gelmeniz. Her gittiğiniz yerde ekibe karşı bir sempati oluşturdunuz. Nasıl becerdiniz bunu?
Evet bu konuda diğer takımların yapamadığını yaptık, gönüllerin şampiyonu olduk. Her gittiğimiz yerde yarış aralarında seyirciyle karşılıklı selamlaşmalarımız oldu. Çin’e gittiğimizde Çince “Teşekkürler” pankartı açtık, onların takımından daha çok alkış aldık. Singapur’a gittiğimizde Çin yeni yıl dönemiydi, orada da yeni yıl kutlama mesajıyla bir pankart açtık. Bir de gittiğimiz her yere lokum götürdük. İşe yaradı sanıyorum. Sonuçta yurtdışında ya şiş kebabı biliyorlar ya Geceyarısı Ekspresi’ni. Bu da onların kabahati değil, bizim beceriksizliğimiz. Bu anlamda güzel bir iş yaptığımıza inanıyorum. En azından artık Türklerin de yelken yaptığını biliyorlar.
Gelelim 2016’ya. Birçok değişiklik olacak. Nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
Evet, çok ciddi teknik değişiklikler var. Yeni tekneler oldukça zor. Dünyada bir foiling akımı başladı. Bu bizim seriye de yansıdı. O zamandan beri takımlar teknelere alışmaya çalışıyor. Sonuçta bu yelkenciliğe yeni bir boyut getiriyor. Biz de geçtiğimiz ay teslim aldık tekneyi.
Nedir farkı yeni teknelerin?
En önemli farkı sualtı kızaklarına sahip olması elbette. Bu sayede çok daha hızlı gidebiliyoruz. En son yaptığımız antrenmanda 7 knot rüzgâr varken 16 knot sürat yapıyorduk. Yani rüzgârın neredeyse üç katı hızlı gidebiliyorsunuz. İnsanın aklı bunu zor alıyor. Ama izafi rüzgâr diye bir şey var, yani siz süratlendikçe teknenin de sürtünmesi yoksa tekne üzerinde hissedilen rüzgâr sürati arttıkça artıyor. Yelkenleri o dolduruyor.
Dümen sisteminde de bir değişiklik var…
Evet; dümende de kanat var, düz gelmiyor. Açısını da dümenci kontrol ediyor. Alışkın olduğumuz sistemden farklı şekilde, başka refleksler gerektiriyor.
Bu değişiklik ekibin antrenman düzenini de değiştirdi mi?
Evet, tabii. Öncelikle ekipte değişiklikler var. Dümencimiz değişiyor. Mitch hoca antrenörümüz olacak artık. Geçen sene yarışlarda tanıştığımız Umman ekibinin dümencisiyle görüşüyoruz. Diğer yandan Moth sınıfı Dünya Şampiyonu Bora Güları’yla görüşüyoruz. Devamlı bizimle olamasa da beraber bir şeyler yapmak istiyoruz. Bunun haricinde artık daha çok çalışmak gerekiyor. Beş kişi tekne üzerinde bir armoni içinde olmalı. Zamanlamalar çok önemli. Yine kampa giriyoruz. Bu kez reaktif değil proaktif bir disiplinle çalışacağız. Reflekslerimizi geliştirmemiz lazım.
Extreme’den sonraki hedef ne peki?
America’s Cup tabii. Yelkencilikte gelinebilecek en üst seviye ve bizim için koparılmayı bekleyen bir meyve gibi en üstte duruyor. Zaman alacak bir hedef olduğunu biliyoruz. Bunun yanında bir sürü organizasyon ve uluslararası yarış var, bunlara katılmak lazım. Uluslararası müsabakaları Türkiye’ye getirmek lazım. Şimdi bir proje üzerinde çalışıyorum. Gelibolu ve Anzaklar anısına, Avustralya ve Yeni Zelandalılarla ortak yapım bir trofe düşünüyorum. Bir ayağı orada olacak, bir ayağı burada. Adını bile koyduk aslında; Barış Rüzgârları.
Hangi tip tekneler katılacak bu yarışa?
Bu trofeyi her sınıfa açık yapacağız herhalde. Oradan gelenlere de buradan bir tekne tedarikçisiyle anlaşıp tekne sunmayı planlıyoruz.
Ne zaman hayata geçecek?
Şu an görüşme aşamasındayız. Orada yapılacak ayağı kasım sonu gibi, Türkiye ayağını da 2017 nisan ayına yetiştirmek istiyoruz. Federasyonla da görüşerek uygun bir tarih belirleyeceğiz.
Dolayısıyla Team Turx ve Extreme Sailing Series dışında da planlarınız olduğunu anlıyoruz.
Biz “İstikbal göklerdedir” diyen denizcileriz. Hedefimiz Türkiye’de performans yelkenciliğini geliştirmek ve yeni nesil sporcuların donanımlı bir şekilde yetişebileceği bir platform oluşturmak. Türkiye’de yetişen sporcular neden bizi Volvo Ocean Race’te temsil etmesin ki? Futbolda oluyorsa yelkende neden olmasın…
Bu anlamda şu anki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında çok önemli gelişmeler oluyor. Mesela Arkas çok başarılı bir ekip olarak bizi çok güzel temsil ediyor. Olimpiyat oyunları için aldığımız kotalar umut verici. Yelken şampiyonalarında derecelerimiz gayet iyi. Ama çok daha iyi şeyler yapabiliriz. Buna potansiyelimiz var. Ben dünyayı baştan yaratabileceğimize inanıyorum. Ama çok çalışmamız gerekiyor. Sistemin büyümesi için destekçilerimizin de artması gerekiyor. Futbola bu kadar yatırım yapılırken yelkene ve su sporlarına da yatırım yapılabilir diye düşünüyorum.
Eksiğimiz ne sence?
Eksiğimiz şu. Üç tarafımız deniz, dört tarafımız cahillerle çevrili. Elimizdeki imkanların ne kadar önemli olduğunun farkında değiliz. Mesele yelken yaptık ya da yapmadık değil. Denizci bir ülke olmamız gerekiyor ama öyle miyiz? Asıl sorun bu. Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu kuruldu biliyorsunuz. Ülkemizin denizcileştirilmesi için neler yapılabilir diye çalışmalar yapıyoruz. Hem akademik çalışmalar hem de projeler üretmeye çalışıyoruz. Bence Türkiye’nin denizci olmaması Suudi Arabistan’da yaşayıp rafineri kurmamak gibi bir şey. MBY