Biskay Körfezi’ni ve Cebelitarık’ı aşıp özlediğimiz sulara, Akdeniz’e ulaştık. Bu bizim için bir bakıma tarifsiz bir hüzün, bir şeyleri başarma coşkusu ve sevdiklerimize kavuşacak olmanın heyecanı demek.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: Oya Ergeneci
Hava ve deniz çok durgun. Ufukta gökyüzü ve denizin rengi Monet tablolarına ilham olacak şekilde birbirine karışmış, göz alabildiğine berrak açık mavi… Bu dinginlikte kendi halimizde seyrederken Mert “ileride çok büyük yunuslar var” diye işaret etti. Ancak yunuslar şu ana kadar bizi görüp de hiç böyle soğuk davranmazlar, yanımıza gelir bir iki gösteri yaparlardı. Madem onlar gelmiyor, nazlanıyor biz yanlarına gidelim dedik, dümeni onlara çevirip motoru yavaşlattık. Yaklaştıkça yunus sandığımız grubun, balina kolonisi olduğunu anladık.
Motoru durdurduk. İrili ufaklı sayamadığım kadar çok pilot balina teknenin etrafını sardılar. O koca cüsselerinden insanda şefkat uyandıran kuş gibi incecik sesler çıkartarak etrafımızda dolanıp meraklarını gidermeye çalıştılar. Bir ara Atacan “ipini koparan buraya geliyor, teknenin önünü kestiler” türünden ortama gerilim ve aksiyon kazandıran yorumlar yapsa da, balinalar oldukça dost canlısı tavırlar sergiliyorlardı.
Ancak, yediğimiz yemek artıklarını balıkları beslemek için denize sıyırdığımızda binlerce küçük balık teknenin yakınlarına akın etti, sanırım bu durum irice balinayı biraz huylandırmış olacak ki teknenin dibine kadar gelip hızlıca yönünü çevirdiğinde her birimiz olduğumuz yerden savrulduk. Gün batımına kadar balinalarlaydık. Puf puf nefes sesleri, hiçbir belgeselde değinilmeyen, ortama saldıkları tuhaf kokuları, yavrularını bir an olsun yanlarından ayırmayan annelerin tutumları ve sürekli sırt üstü yüzüp kuyruğuyla bizi ıslatan şımarık ufaklıklar…
Yüzlerce fotoğraf çektik. En sonunda onlar gösteriden yorulup suyun üstünde uykuya çekildiler, sadece nefes sesleri varlıklarını işaret ediyordu. Derken güneş kendini denize bıraktı, ortamın kızıllığından başka hiçbir şey kalmadı ve parti sona erdi. Biz de rotamıza geri döndük. Neden meditasyon müziklerinde genellikle doğa seslerini kullandıklarını, burada geçirdiğimiz saatlerde çok iyi anladık. Yaşadıklarımız öyle büyüleyiciydi ki hiçbirimizin olay hakkında konuşmaya gücü kalmamıştı ya da birimiz konuşursak rüya bitecekti. Kendi iç dünyamızda yaşadıklarımızı sindirmekle meşguldük.
MEDENİYETİN KALBİ ENDÜLÜS
Sabah varmayı umduğumuz İspanya’ya balina partisi yüzünden öğlen 13.00’te ulaştık. Marinaya yaklaşırken Almeria Kalesi ihtişamıyla bizi karşıladı. Avrupa kıtasının tek çölü olan Tabernas’ın etkisiyle olsa gerek, toprak ve kum rengi sıcakla harmanlanınca bize Afrika’daymışız hissini yarattı. Marinanın bir yanı plajlara diğer yanı şehir merkezine açılıyordu. Öğlen yemeği için plaj bölgesine gittik. Bir kafede tapaslar eşliğinde tatil havasına girip yol yorgunluğumuzu attık. Öğleden sonra tayfaların yarısı siestaya çekildiğinde Atacan ve ben keşif turuna çıktık. Günlerden pazartesi olunca Almeria Kalesi ziyaretçilere kapalıydı, çevresini dolaşmakla yetindik. Burası daracık sokakları, rengarenk evleri, kapı önlerinde kavga eder gibi bir tonla dedikodu yapan tombul teyzeleriyle bize Endülüs bölgesi hakkında doyurucu izlenimler yaşattı.
240 millik Almeria- Ibiza yoluna sabah saat 10.00 gibi koyulduk. Cabo de Gata Burnu’na yaklaşırken etraftaki balıkçılar işaret diliyle denizin çok dalgalı olduğu konusunda bizi uyardılar. 30 mille kuzeydoğudan esen rüzgâr ve dalgalar tam beklediğimiz noktada başladı. Bu bölge bizim oraların Knidos Burnu gibi kuvvetli esintisi ve dalgasıyla anılırmış meğer. Ancak Blue Note’un ataleti ve vakur duruşuyla tam kafadan gelen dalgaları yararak ilerleyişi bize sıkıntı vermek şöyle dursun, neşe kattı. Zaman zaman bizi ıslatan dalgalar da sorun yaratmadı. Bu mevsimde Akdeniz’de olmanın en güzel yanı, denizin üstünde üşümeden yol almak. Tahmin edersiniz ki dondurucu Norveç fiyortlarından sonra temmuz ayında Akdeniz’de seyir yapmak ekibe ilaç gibi geldi.
Vera Körfezi (Golfo de Vera) boyunca motor seyrindeydik. Hızımız tam kafadan aldığımız rüzgâr ve dalgalar yüzünden 6kt’ı geçemedi ve körfezden ayrılmamız bir sonraki sabahı buldu. Sarsıntılı geçen gecenin ardından sabahın taze ışıklarında teknenin burnunu Ibiza’ya çevirip yelkenlerimizi basınca orsa seyrinde hızımız 8-8.5 knot’lara ulaştı. Mallorca, Minorka, Ibiza, Cabrera ve Formentera’dan oluşan Balear Adaları’nın en meşhuru olan Ibiza; gece kulüpleri, renkli gece hayatı ve DJ’leriyle ünlüymüş. Biz de bu uzun yol boyunca kendilerini hızlı Ibiza gecelerine hazırlayan John ve Mert sayesinde house ve parti müzikleri dinleyecektik. Ibiza, Sant Antoni Marina’ya bağlandığımızda saat sabah 01.30 olmuştu.
Danimarka’dan Türkiye’ye gezi yazısının son bölümünü Şubat 2021 sayımızda okuyabilirsiniz.