Türkiye’de Rönesans dönemini yaşayan teknecilikteki bu önemli gelişmeyi kalıcı kılmak için temellerini sağlam hale getirmeliyiz.
Türkiye teknecilik konusunda bir rönesans yaşıyor. Tüm sorunlara ve eksiklerimize rağmen son 10-15 yılda kat ettiğimiz yolu görmemek için çok kötümser olmak gerekir. Bu iddialı analizi yaparken özellikle üç alandaki olumlu gelişmeleri dikkatinize sunmak isterim. Marinalar, tekne bayilikleri ve tekneciler.
Tekneciliğin gelişmesi konusundaki belki de en maliyetli ve en yavaş çözülen zorluklardan birisi teknelerin bağlama-bakım yeri sorunudur. Son 15 yıldır varılan nokta ve devam etmekte olan yatırımların hızı baş döndürücü nitelikte. Başarılı devlet – özel sektör işbirliği modeli ve Türkiye’nin en büyük sermaye gruplarının marinacılık sektöründeki hacimli ve stratejik yatırımları tekneciliğin önünü açıyor. Diğer yandan yeni yapılan marinalardaki başarılı iş modelleri, marinaların yaşam ve alışveriş alanlarıyla bütünleştirilmesi bu yatırımların devamlılığını ve gelecekteki hizmet ve tesis kalitesini de garanti altına alıyor.
Diğer yandan tüm bu ilerleme ve kapasite artışına karşın, hâlâ marina talebinin arzdan fazla olması bağlama fiyatlarının yüksekte seyretmesine sebep oluyor. Ama esas olumsuzluk, birçok yeni marinada hem fiyat hem de tesis altyapısı açısından küçük teknelere negatif ayrımcılık uygulanması. Ama devam eden yatırımlar ve yeni açılan marinalarla bu sorunların da asgariye ineceğini öngörebiliyoruz.
Teknelerin son kullanıcıyla buluşmasında tekne distribütör ve bayileri son derece önemli roller oynuyor. Bayiliklerin asıl varoluş nedeni temsilcisi oldukları markanın ürünlerini satmak olsa da Türkiye’de sayıları artan üst düzey tekne bayileri, son kullanıcı için tüm ihtiyaç ve sorunlarını giderdiği bir çözüm noktasına dönüşmüş durumda. İlk teknesini alan bir denizci, teknesini tescil edilmesinden, güvenlik ekipmanının alınmasına; kaptanlık derslerinden, tekne finansmanının ayarlanmasına kadar her konuda bayisine güvenebiliyor. Böylece, tekneciliğe alışma sürecinde bayisini adeta bir danışman olarak kullanıyor. Bizim gibi teknecilik kültürü yeni olan ve hızlı gelişen ülkelerde böyle bir ilişkinin varlığı çok değerli.
Bayiliklerin sunması gereken en değerli hizmet ise satıştan çok satış sonrası hizmet. En küçük bir tekne bile yüzlerce farklı parçanın birleşmesinden oluşan komplike bir ürün. Dünyada su üzerinde yüzen, bir evle ulaşım aracının tüm fonksiyonlarını güvenlik, konfor ve yeri geldiğinde lüksün gerektirdiği özelliklerle bir araya getiren başka bir platform yok. Üstelik tekne endüstrisinin boyutları, bu karmaşıklıkta ürünler üreten otomotiv veya havacılık gibi sektörlerin boyutlarıyla karşılaştırılınca çok alçakgönüllü seviyelerde. Dolaysıyla, en güvenilir markalardan aldığınız teknelerde bile birçok sorunla karşılaşabiliyorsunuz. İşte bu noktada hangi tekneyi aldığınızdan çok tekneyi kimden almış olduğunuz ön plana çıkıyor. Size zamanında hizmet ulaştırabilecek, teknisyenleri eğitimli, gerekli personel sayısına, altyapıya sahip ve satış sonrası hizmetler alanında gerekli yatırımı yapabilmiş kurumlar diğerlerinden çok keskin farklarla ayrılıyor.
Türkiye’de bu konuda global kriterlere göre sınıfı geçebilecek bayi sayısı şu an için bir elin parmakları kadar ama eğilim bu yönde ve bayiliklerin kapasite ve kalitesinin de her geçen gün artığını görmek mümkün. Geçtiğimiz beş yıl içerisinde temsilcisi oldukları dünya markaları tarafından yılın bayisi, en iyi bayi gibi ödüllere layık görülen bayilerimiz bu gelişimin en büyük kanıtı.
Tabii ki tekne bayileri arasında bu bahsettiğimiz standartların çok altında olan ve daha da kötüsü bu seviyeye gelmeyi hedef haline bile getirmeyen kurumlar da mevcut. Bu kurumlar teknecilere kötü deneyimler yaşatmakla kalmıyor, bir sektörün üzerine gölge düşürebiliyorlar. Biz de Tekne Distribütörleri Derneği aracılığıyla bayilikler arasında bir akreditasyon sistemi yaratarak, son kullanıcının, bayiliklerin nitelikleri hakkında objektif bilgi alabileceği bir kaynak yaratmayı planlıyoruz.
Bir ülkede denizciliğin gelişme düzeyinin en büyük göstergesi o ülkedeki denizciler ve teknecilerdir. Teknecilik, dünyada 1920’lerden beri devam eden bir kültür olmasına karşılık bizde çok daha kısa bir geçmişe sahip. Türkiye’de teknecilik kültürünün kitlelerle buluşmaya başladığı 1980’lerden günümüze kadar alınan mesafe gerçekten baş döndürücü. 2000’li yıllara kadar Türkiye marinalarında ve özellikle Güney’de tekne filolarının çoğunluğunu yabancı sahipli tekneler ve charter tekneleri oluştururken, son 15 yıldır bu oran Türk tekne sahiplerinin leyhine gelişmiş durumda. Bugün, denize kıyısı olan büyükşehirlerimizdeki yelken okulları, yeni alınan Amatör Denizci Belgeleri’ne baktığımızda da bu artışın kalıcı olacağı konusundaki sinyalleri görmek mümkün. Her konuda olduğu gibi denizcilik ve teknecilik konusunda da zamana ihtiyacımız olduğu kesin.
Tüm bu olumlu gelişmelere karşın Türk bayrağı taşıyan tekne sayısı artmıyor. Caydırıcı yükseklikteki vergi oranları ve mevzuatın alternatif ve vergisiz çözümlere izin vermesi tüm bu büyümeye karşılık Türk bayrağının güdük kalmasına ve Türk vatandaşlarının dolaylı yoldan sahip olduğu yabancı bayraklı tekne sayısının artmasına sebep oluyor. Dolaysıyla, bayrak düzenlemesinin yenilenmesi ve vergi sisteminin de Türk bayrağını özendirecek şekilde düzeltilmesinden başlayarak hukuki ve vergisel altyapının bu büyümeyi kaldırabilecek ve sağlıklı hale getirebilecek noktaya gelmesi gerekiyor. Dentur olarak bu konuda devlet nezdinde girişimlerimiz sürüyor.
Türkiye’de teknecilik bir Rönesans yaşıyor. Dünyanın tekneciliğe en uygun sahil şeridine sahip coğrafyalarından birisi olan ülkemizde marina altyapıları, teknecilik sektörünün kurum ve profesyonelleri ve en önemlisi teknecilerimiz her geçen yıl dünya ölçeğinde üst sıralara tırmanıyor. Bu gelişmeyi kalıcı hale getirmek için tek yapılması gereken bu yükselişin temellerinin sağlam hale getirilmesi.