Aslında ben bir jawszedeyim
Hiç gelmeyecek bir gemiye el sallayan İsmail Abi. Ya da deniz kızının peşinden giden Serkan… İçinden çıkan her karakterin yolu denizlere çıkıyor sonunda. En sevdiği dizelerin Orhan Veli’nin Gemilerim şiiri olduğuna şaşmamalı Serkan Keskin’in…
Röportaj: Zeynep Yayınoğlu Fotoğraf: Batuhan Kıran
Hava insanı heyecanlandıran türden. Vira Yatçılık eğitmenlerinden Tankut Subay ikinci bir kaptanın da bize eşlik edeceğini söylediğinde denizin bizi zorlayacağını biliyorduk. Sonrasında 28 knot rüzgârla oradan oraya savrulurken, yelkenleri açmaya çalışırken, piyanonun başında halatları ezberlemeye uğraşırken ve elbette bu esnada bir de fotoğraf çekmeye çalışırken aslında teknede aramıza hiç tanımadığımız bir adamın değil, yelken öğrenmeye çalışan bir deniz çocuğunun katıldığını hissediyorduk. Az konuşan, az gülen, karşısındakine her şeyi azar azar veren bir adam. Daha çok kendi dünyasına azar azar kabul eden biri gibi. Ama bir yandan da sanki kabul etti mi bırakmayan cinsten. Enteresan bir güven telkin ediyor.
Haftanın altı gününü sette geçirip, iki akşam da Semaver Kumpanya’da iki ayrı oyun oynayan biri için bu tempo içinde bir röportaja zaman ayırması oldukça zor. Üstelik röportaj yapmayı da pek sevmiyorsa işler iyice zorlaşıyor. Ama ne zamanki yeni dizisinde bir tekneye atlayıp deniz kızının peşinden gitmeye kalktı, işte o zaman durduk. O bizim denize çıkmamız gereken biriydi. Nedeni sadece denizi sevmesi ve profesyonel olarak dalış eğitimi vermesi değil. Etleri buruşana kadar yüzen ve annesinin “Hadi artık çık” demesine aldırmayan bir çocuğu andırıyor olmasıydı. Aslında bir Jawszsede olmasına rağmen köpek balıklarıyla yüzen ve bir de deniz kızının gerçek olduğuna inanmak isteyen bir adam olması da bir yana. “Noel Baba da aslında yok” diyenler bu yazıyı lütfen okumasın. Onun denizle kurduğu romantik ilişki bize çok iyi geldi; umarım size de gelir…
Denizle ilişki nasıl başladı?
İzmit körfezinde doğdum. Deniz kenarında olma durumu dolayısıyla eğlenceyle karışık başladı. Sandalla açılma, balık tutma… Dönüp baktığımda çalışmadığım, boş kaldığım, eğlenmek istediğim her anda denizde oluyorum. Deniz benim için ayrı. Bütün zamanımı denizde geçirebilirim.
Su kıyısında, içinde, üstünde? Çemberin neresinde?
İçi de olur, üstü de. Bütün hayatımı teknede geçirebilirim mesela. Bütün yazım zaten denizde geçiyor. Dalış eğitimi verdiğimiz için sabah saat 10.00’da tekne hareket eder, bir dalış yapılır. 13.00-14.00’da yemek yenir, sonra tekrar bir dalış yapılır ve dönülür. Aslında 2.5 ay boyunca yazları bunu yapıyorum.
Kaç senedir denizlerdesin?
İlk dalışımı 13 sene önce yaptım. Sonra da hemen başladım zaten. Tekne olayı da muhtemelen öyle olacaktır. Merak ettiğim bir şeydi. İlk deneme dalışımı yaptıktan sonra eğitimini aldım. Bir süre tecrübe kazandıktan sonra da zaten bütün günüm orada geçtiği için hobi olmaktan çıktı. Sonra da sevdiğim arkadaşlarımın kanına girmeye başladım.
Dalış bir rutin mi yoksa hâlâ hobi mi?
Bu benim mesleğim değil, ama amatör de değilim. Dalış eğitmenliği çok zor. Hiç kimsenin hayatında denizle ilgili kötü bir deneyim yaşamasına sebep olmak istemem. O yüzden belli bir yerden sonra sadece etrafınızdakilere dikkat ettiğiniz bir duruma dönüşebilir. Bu da dalışı hobi olmaktan çıkarabilir. Açıkçası bu beni korkutuyor.
Dalış eğitmenliği biraz anne ördek olmayı gerektiriyor. Komut vermek, koruyup kollamak. Mizacın buna uygun mu?
Benim koruyup kollama halim var zaten. O yüzden, evet, uygun sanırım. Dalış yapan herkes aslında biraz tedirgin başlıyor bu işe. Sonuçta herkesin suyla ilişkisi benim gibi değil. Benim hissettiğim gibi hissetmiyor. Aslına bakarsan benim en sevdiğim şey de bu korku kısmını atlatıp denizden keyif almasını görmek. “Hayatta yapamam” diyen arkadaşımı daldırdıktan sonraki hislerini görmek çok hoşuma gidiyor.
Bir kere kanına girince de çıkmıyor zaten. Senin işin insanları zehirlemek mi acaba?
Herkes dalmalı ve bunu yaşamalı gibi hissediyorum. Karşındaki insana bir şey katabiliyormuş hissi oluyor. Elbette herkes denizi sevmek zorunda değil ama deniz güzel bir şey ve istiyorsun ki herkes sevsin.
KÖPEKBALIĞIYLA 10 SANİYE BAKIŞTIK
Seni kim zehirledi deniz konusunda? Denizle ilgili ilk an desem ne geliyor aklına? Bir görüntü, bir film, bir kitap…
Ben Jawszedelerden biriyim aslında. Ciddi bir köpekbalığı fobim vardı çocukken. Denizi bu kadar sevmeme rağmen hep bir korkum vardı. Ama sonra Derinlik Sarhoşluğu’nu izledim. Beni çok etkileyen bir film oldu o. Dalma fikri ve deniz sevgisi o filmden sonra yoğunlaşmış olabilir. Bu kadar sevdiğim bir şeyi aptalca bir korku yüzünden nasıl yapamadım diye çok düşündüm sonrasında.
Ama yıllar sonra köpekbalıklarıyla dolu bir havuza girdin dizi çekimleri için. Bu bir tesadüf mü?
Bilemiyorum. Üstelik bunu iki kez yaptım. Çekimlerde böyle denk geldi. Yapmayabilirdim elbette. Onur (Ünlü) da beni zorlamazdı ama istedim. Dört tane köpekbalığının arasına daldım ve farkettim ki korkmuyorum. Tanıdıkça korkmamam gerektiğini anladım. Muhteşem yaratıklar, mükemmel bir tasarım. Çok seviyorum onları ama hiçbir zaman da aklıma bir metre mesafede durabileceğim gelmezdi. Ama oldu. Üstelik herkes izliyordu. Çok fazla ışık ve hareket olduğu için çok yakınıma da geldiler. Hatta oradaki dalgıçlar da tedirgin oldu. Biri iki metre yakınıma kadar geldi, 10 saniye bakıştık. Yedek hava kaynağından çıkan baloncuklardan tedirgin olduklarını gördüm ve aniden döndüğünde ne kadar devasa bir şey olduğunu. İstese neler yapar ama yapmıyor. Muhteşemler.
Kaç metreye daldın en fazla?
Rakamlar üzerinden konuşmak hoşuma gitmiyor. Şov gibi geliyor. Ama Kalkan’daki Sakarya Batığı ve Kaş’taki Flying Fish’e dalıyoruz mesela. Tarifi imkansız deneyimler bunlar.
Ne hissettiriyor?
Yalnızlık. Ama olsun. Salak bir aletten nefes almak ve suyun altında olmak bile bana inanılmaz iyi geliyor. Suyun altı alışık olmadığımız ve bilmediğimiz bir dünya. Hiç düşünmediğin bir yerden müren çıkabiliyor mesela. Su değişiyor, akıntısı, görüntüsü değişiyor. Bildiğin bir yer ama her an bir sürprizi var. Bana çok huzurlu geliyor.
Dalışın disipline eden bir durumu var… Sabah erken kalkmak, bunun için gece erken yatmak lazım mesela… Sen bu anlamda disiplinli misindir?
Hayır. Hiç değilim hem de. İlk zamanlarda bu kurallara uyamıyordum ve dalışları kaçırıyordum. Ama artık yapabiliyorum. Bir de bütün ekip bu şekilde olduğumuz için problem olmuyor. “Sakın seni Mavi’nin önünde görmeyeyim” durumu oluyor aramızda. Bu da iyi hissettiriyor artık açıkçası.
Yaşla ilgili mi bu disipline olma durumu?
Sanırım.
Kaç oldun?
35. Zor bir yaş.
Neden? Kriz zamanı mı?
Evet, artık hayat da böyle akıp gidiyor hissiyatı başladı. Bedenen de, ruhen de. Son zamanlarda daha çok hissediyorum bunu. Az da uyusam, akşam içsek de ertesi gün sorun olmazdı. Şimdi oluyor.
UFUKTA BİR YELKENLİ VAR
Yaş geçiyor diye hayatla ilgili planlarında değişiklik oldu mu?
Henüz olmadı. Ama yıllardır yapmak istediğim şeyleri artık ertelemeden gerçekleştirmek istiyorum. Çok geç kalmadan yelken yapmak istiyorum mesela, ki en azından 40 yaşında “Ben gidiyorum” diyebileyim.
Tası tarağı toplayıp gitmek planlarının arasında yani?
Şu an işim gereği bu çok olabilecek bir şey değil. Ama ilerisi için planım; çalışmadığım tüm zamanı deniz kenarında geçirmek. Aslında hayatımı da buna göre planlıyorum.
Hayalinde nasıl bir yer var?
Arkadaşlarımla kurduğumuz bir hayal var. Kaş’ta hem balıkçılık, hem de dalış yapılan bir mekana sahip olmak. Kaş’ı çok seviyorum. Benim köyüm gibi. Çok özlüyorum. Set bittiği gibi akşamına gidiyorum. Yeniköy mesela, son yıllarda zamanımın çoğunu orada geçiriyorum. Orada bir yer ve tekne olsa çok güzel olur. Bunun için de doğru zamanı bekliyorum.
Hayalini kurduğun tekne?
Yelkenli.
Bu bir hayat seçimi olabilir mi?
Olabilir. Teknede yaşamak hep hayalini kurduğum bir şey. Ama tiyatroyla ilgili sorumluluklarım var. Şu an tekneyle ilgili sorumlulukları alabileceğim bir dönemde değilim.
Denizle güçlü bir bağın var. Bunun genlerle bir ilgisi var mı?
Aslında yok. Hatta benim kadar tutkuyla bağlı olan da yoktur sanıyorum. Çocukluğumda sandalla açılıp balık tutardık yalnız. Belli bir yaştan sonra da Işıl Kasapoğlu’yla balık tutmak, tekneyle gezinmek bana çok iyi geldi.
Olta balıkçılığı ne zaman başladı?
O çocukluktan. 10 yıl önce de Işıl Abi’yle Mordoğan’da kalamar, mercan, sinarit avlamaya başladık. Çocukluktan elim yatkın ya da şansıma becerdim.
İstanbul’da çıkar mısınız balığa?
Kıraça ya da istavrit baskını olduğu zaman Arnavutköy’de sahilde takılıyoruz. Çok da severim.
Sıkılgan bir insan olduğunu söylüyorsun ama balıkçılık sabır isteyen bir şey…
O manyaklıkta arkadaşlarım olduğu için şanslıyım sanırım. Arnavutköy akıntı burnunda sabah 5’te buluşuyorsan zaten manyaksındır. O da manyak, ben de, öbürü de. Balık tutamasak bile muhabbet etmiş oluyoruz. Tutarsak da çok güzel ouyor. Eve gidip ayıklıyoruz, sofra hazırlıyoruz, sonra bütün akşam muhabbet.
Mutfakla aran nasıl?
Çok sıkı. Ama çok! Özellikle deniz ürünleri konusunda. Hatta sürekli yemek yensin, içilsin, muhabbet edilsin isterim.
Spesiyalin?
Kalamar yahni.
Madem mutfakla aran iyi. Deniz ürünleri için nereden alışveriş yaparsın?
Kumkapı’daki tezgahlardan. Arnavutköy’de oturuyorum ama hiç üşenmem, gider oradan alırım. Bazen acele bir şeyse Beşiktaş’tan da aldığım oluyor. Ama Kumkapı’da gezip tezgahtan almak daha keyifli.
DENİZLE BARIŞIK OLMAK İYİ GELİYOR
Haydi biraz hayal kuralım. Tekne şurada. Şu an gidebiliyor olsan tercihin neresi olurdu?
Mantıklı düşünmem gerektiğini hissettim bir an. Akdeniz’le başlamak isterim. Yunan adalarını tekneyle gezdim bu sene. Bunu kendi teknemle yapma hayali kurdum. Elbette Güney Amerika da isterdim. (Maral ve Uğur, bildiğiniz gibi Cahil Cesareti projesinin sahipleri. Ne tesadüf ki Serkan Keskin’in de yakın arkadaşları.) Bir de Maral’la Uğur’un yanına gitmek gibi bir hayalim var.
Nerede buluşmayı planlıyorsun onlarla?
Yanıma bir şişe rakı ve zeytin alıp gittikleri en uzak noktaya uçmak gibi bir hayalim var. Umuyorum yapabilirim. Gerçekten bence süper bir şey yaptılar. Geçenlerde Maral beni aradı.
“Atla gel” diye mi?
Yok, onu sürekli söylüyorlar zaten. Bu sefer balık tutmuşlardı ama ne balığı bilmiyorlarmış. “Ne yapsak” dediler. Sonra fotoğrafını yolladılar. “Palamut” dedim, “rahat rahat yiyebilirsiniz”.
Maral’la Uğur teknede birbirini dengeleyen süper bir ekip oldular. Ama sen tekneyle ilgili hayallerin için hep tekil konuşuyorsun. Yalnız gitmeyi tercih eder miydin?
Yalnız olmayı tercih etmezdim sanırım. Ama diğer yandan çok uzun bir seyahete çıkıyorsam ve 5 metrekarenin içinde yaşayacaksak gittiğin insanı çok iyi tanıyor olman lazım. Onunla gitmeyi çok istiyor olman lazım. Bilmiyorum ki. Robert Redford’ın filmindeki gibi tek başına da olmak istemezdim herhalde. “Tanrının Terk Ettiği Deniz” diye bir kitap okuyorum şu an. O da beni etkiledi. Sanırım o kadarını da istemem. Bir de “Buradan bineyim, şuraya gideyim, aşayım şunları” gibi bir isteğim de yok. Denizin içinde olmak, onunla barışık yaşamak bana iyi geliyor zaten. Bugün çok keyifliydi mesela. Bilmediğim bir his.
Bugünden aklında en çok ne kaldı?
Aradığım adamları buldum gibi hissettim. Tankut Hoca bir arkadaşıma çok benziyordu. Çok güzel anlatıyordu. “Hadi bu işi bitirelim” gibi hissettim. Eğitim gibi değil de çok iyi anlaşırız, arkadaş olabiliriz gibi hissettim. Toplamında korkmamam gerektiğini hissettirdi bir de.
Var mıydı korkun?
Çok zor görünüyordu sanırım öncesinde. Ama bugünkü deneyimden sonra “Bunu sen de yapabilirsin” dedim kendime. Bu doğa; bu deniz. Sen de insansın. Kafanın karışacağı kadar zor bir iş değil. Seviyorsun da, daha ne olsun.
Peki ya terimler? Düğümler? Ne kaldı dersten aklında?
Çok şey kaldı. Mesela en başta işin mantığını anlatması süper oldu. Yelkende bu halat şuradan geliyor, buradan geçiyor, buna bağlanıyor olması eskiden kafamın basmayacağını düşündüğüm bir şeydi. Ama mantığını çözmek lazımmış. Sadece teoride kalmayıp bir de anlattığı şeyleri bana yaptırması çok iyi oldu. Şu an tekrar çıksak yapabilirim. İlk defa yelken açtım ben mesela bugün. Daha ne olsun?!
Biz de seni zehirledik yani…
Evet, kesinlikle. Ben teknede çalışmayı seviyorum. Viskisini alıp dümenin başına geçip bundan keyif alan insanlar da vardır elbette. Onlara kızamam ama ben o değilim. Denizcilik bana kendi tekneni kendin kullanmak gibi geliyor. Tutalım, yapalım, yiyelim insanıyım ben. Bundan da asla sıkılmıyorum.
İSMAİL ÇOK İYİ ADAMDI
İsmail Abi’nin de denizle ilişkisi çok duygusaldı. Bu rolü bu kadar iyi oynamanın sebebi deniz olabilir mi?
Bu aslında çok sonradan çıkan bir şey. İsmail en başta sahilde bekleyen bir adamdı. Sonra insanlar İsmail’in ne beklediğini düşünmeye başladılar. Biz de bir gün Onur’la bunu konuştuk. Gerçekten ne bekliyordu İsmail sahilde? Benim denizi çok sevmemle şekillenmiş olabilir senaryo.
Özlüyor musun onu?
Evet. İsmail hep güzel şeyler söyledi. Güzel şeyler hissettirdi. Seviliyordu da. Daha çok şey söyleyebilirdi bence.
Denizle kurduğunuz ilişki dışında ortak bir yönünüz var mıydı?
İsmail benim içimden çıkan bir şey. Belki yapamadıklarımı yansıttığım bir karakter oldu. Ama İsmail çok iyi bir adamdı. Onun kadar iyi olamaz kimse. Ben de değilim.
Bu kadar hüzünlü bitmiş olması çok kötü… En azından o gemi gelseydi diye düşünüyor insan…
Bir sürü kesim tarafından sevilmiş bir şey bu kadar kolay çöpe atılmamalıydı. Tek başıma kaldığımda da düşünüyorum bunu. Güzel şeyler yaptık, güzel şeyler söyledik. Ama bitti.
Ben de Özledim’de daha gerçeğe yakın bir senaryo var. En azından bu kez Serkan’ı oynuyorsun. Gerçek hayatında da deniz kızı görüyor musun?
Hayır. Ama gerçek olduklarına inanmak istiyorum. Çok da merak ediyorum. Bazen seyir halindeyken yunus çıkıyor mesela karşımıza. Koca hayatın içinde çok nadir görüyorsun böyle şeyleri. O anı yaşayabiliyor olmak bile muhteşem. Deniz kızı da öyle bir şey. Sanırım denize dair her şey beni çok etkiliyor. MBY