Optimistle başlayan yelken serüveni, One Design yarışlarında uluslararası başarılarla taçlandıran Ahmet Eker, son günlerde gündem olan “IRC ve ORC Rayting Sistemi” konusunu kaleme aldı. Tarafımıza gönderilen bu yazıyı yorum katmadan yayınlıyoruz.
Yelken ve deniz benim hayatıma 5 yaşındayken babam Mudanya sahillerinde kullanmam için bir Optimist aldığı zaman girdi. Yıl 1979 idi ve Bursa’da o zaman yelken yapabileceğim bir yelken kulübü yoktu. Babam o küçük yaşlarımda ikinci el bir zodiac bot ile bana optimist kullanmayı öğretti. Gemlik Körfezi’nin poyrazında çok küçük yaşlarımda tek başıma optimist kullanarak yelkenden keyif almayı ve dümen tutmayı öğrendim. O zamanlar Bursa’da yarış imkânı da olmadığı için yarışlara pek ilgi duymadım. Daha sonra 10 metrelik aile yelkenlimizle denize açılmaya başladım. Marmaris’te duran teknemiz ile 15 yaşından itibaren gezi yelkenciliği yapmaya devam ettim ve yelken hep hayatımın önemli bir parçası oldu.
2008 yılında ise İstanbul Boğazı’ndaki yarışları gördükten sonra yat yarışçılığına girmeye karar verdim. Yelken bilgim sadece gezi yelkenciliğinden ibaret olduğu için bu yatlar nasıl yarışıyorlar, küçük tekneler ile büyük tekneler, hafif olanlar ile ağır olanlar nasıl aynı parkurda birbiriyle eşitleniyor hiçbir bilgim yoktu. O yüzden dergide görünüşünü beğendiğim ve de Gemlik Körfezi’nde tek başıma kullanabileceğim bir tekne seçtim, Jeanneau Sun Fast 3200. Daha sonra da şirketteki çalışma arkadaşlarımızdan bir ekip kurup yarışmaya başladım.
Genel olarak araştırmayı ve matematiği sevdiğim için ilk önce Genel Yarış Kuralları’nı baştan sona okudum. Sonra takım nasıl oluşur, teknede trim nasıl yapılır gibi bütün kitapları okumaya başladım. Bu bilgilerle ve izlediğim videolarla Gemlik Körfezi’nde antrenmanlara başladık. Yıl 2009 ve Bursa’da yelkencilik gelişmeye başlamıştı ve 3-4 tane yelken kulübümüz vardı.
Bu arada Bursa Yelken Kulübü bir yarış düzenlemeye karar verince tabii çok sevindim çünkü İstanbul’a gitmeme gerek kalmamıştı. Trilye’de yapılacak yarış için iyi bir hazırlık yaptık. Brifing vakti geldiğinde birbirinden farklı teknelerin nasıl eşitleneceğini merak ediyordum. O zaman TAYK’ın Destek Sınıfı için kullandığı sadece boya dayalı olan TCF adı verilen hesap yöntemini öğrendim. Bana biraz garip geldi çünkü Bursa’daki teknelerin hepsi gezi teknesi idi. Benim teknem ise safkan olmasa da bir yarış teknesiydi ve 10 metre boyunda olduğu için bu hesaplama yöntemi bana önemli bir avantaj sağlıyordu.
Ama en büyük şaşkınlığımı start hattında yaşadım. Hatta teknelerin yarısı iskele, yarısı da sancak kontra geliyordu. Ben ise okuduklarımdan ve izlediğim videolardan gördüğümle startta sancak çıkmak gerektiğini düşünüyordum. ‘Herhalde sadece okumakla olmuyor, yaşamak da lazım; herhalde bu işi anlayamamışım’ diye düşündüm. Biz sancak çıkıp diğer teknelerden çok önce start aldık, hatta daha teknelerin yarısı bile start alamadan ilk şamandırayı döndük. Sonra da yarışı abandone ettiler. Sonradan anladım ki bu şekilde start etmeleri Bursa’daki yarışan teknelerin tecrübesizliğinden kaynaklanıyordu.
O zaman anladım ki bu işi layıkıyla yapmak için İstanbul’a gitmem lazım. O zamanlar çok popüler olan Bosphorus Cup’a katılmaya karar verdim. Yine okumaya ve çalışmaya başladım. Boğazın akıntılarını öğrenmeye çalıştım. Sonradan öğrendim ki İstanbul’da TAYK, IRC diye bir sistem kullanıyor. Onun için de tekneyi ölçtürmek gerekiyor. Hemen TAYK ile görüşüp bir randevu aldım ve Kalamış Marina’da tekneyi tarttık, yelkenleri ölçtük ve meşhur ratingimiz ortaya çıktı, 1.014. Bunu yarış zamanımızla çarpıp zamanımızı düzeltecekmişiz. Konuya uzak olduğum için pek sorgulamadım.
Ama start hattına geldiğimde herkes sancak geliyordu, dolayısıyla dedim ki hah, şimdi doğru yere geldim galiba. Tabii ki ilk Boğaz yarışımız hezimetle sonuçlandı, ama acayip eğlendik.
Şunu fark ettim ki bizim yarışçılık hakkında daha çok öğrenmemiz gereken şey var. Böylece TAYK filosunun arka taraflarında ilk yılımızı yarışarak geçirdik. Tekne hızımızı ve manevralarımızı hep daha iyiye götürdük. Genelde coğrafi yarışlar olduğu için taktik çok büyük önem taşımıyordu, dolayısıyla tekneler arasındaki farkları ve rating’e olan etkisini yavaş yavaş fark etmeye başladım.
İki sene bu şekilde yarıştık, hatta birkaç derece bile aldık. Ama anladım ki bu yarışlarda kazanabilmek için IRC için avantajlı bir tekne almak ve tekneyi bu rating sistemine göre optimize etmek gerekiyor. Ve her zamanki gibi yine kitaplara ve internete döndüm.
Kazanmak için yeni bir tekne almam gerekiyordu ve bunu da çok dikkatli seçmem gerekiyordu. Dünya’daki bütün IRC teknelerini incelemeye başladım. IRC web sitesinden bütün tekneleri ratingleriyle ve bazı ölçüleriyle indirebiliyorsunuz. Bunu bir Excel dosyasına attıktan sonra kendime hedef olarak 10 adet tekne seçtim. Bu teknelerin VPP yani performans tahmin tablolarını buldum. Bulamadıklarım için tasarımcılar ile iletişime geçtim ve tabloları temin etmeye çalıştım, İngiliz Corby, Mark Mills, Jason Ker gibi isimlerle görüştüm. Teknelerin bu değerleri, IRC tablolarındaki farklılıkları inceledim ve tekneleri farklı hava şartlarında matematiksel olarak yarıştırmaya başladım. Yaklaşık bir yıllık bir çalışma sonucunda benim için doğru teknenin Archambault 35 teknesi olduğuna karar verdim ve ikinci el olarak satışa çıkan iki kez TAYK trofesini kazanmış CİCİKO isimli tekneyi almaya karar verdim.
Tekne’yi aldıktan sonra yelkenlerini optimize edebilmek için yeni bir yelken seti de sipariş ettim. Yeni yelkenler ile ratingi’miz pek değişmedi. Ama ilk yarışımıza çıktığımızda artık kafaya oynuyorduk. İlk yarışımızda İstanbul’da ikinci olmuştuk. O zaman anladım ki yat yarışçılığın yarısı tekne seçimi ve tekneyi yarıştığınız sistem içinde optimize etmekten geçiyor. Daha sonra YAYIK AYRAN ismini koyduğum bu tekne ile sayısız yarışlar ve trofeler kazandık. Doğru tekneyi seçtiğimiz için rating hesabı yapmayı bırakmış ve tekneyi maksimum performansta götürmeye odaklanmış, bu sayede yat yarışçılığının asıl zevkli tarafı olan teknenin performansı ve taktiğe odaklanmaya başlamış, hali hazırda avantajlı olan tekneyle yelken yarışçılığımızı da geliştirebilmiştik.
Rating sisteminde yarıştıkça kısa sürede gördüm ki birçok kişi rating ile kafayı bozmuş durumda. Yarışları kaybedenlerin tek bahanesi “Bizim ratingimiz hafif havada dezavantajlı, zaten o tekne sert havada çok avantajlı” gibi söylemler üzerine kurulu. Kimse kendini geliştirmeye kafa yormuyor. Kendi teknesine nasıl avantaj sağlarım onu düşünmekten öteye gitmiyor. Şunu gördüm ki Türkiye’de yat yarışçılığı ne yazık ki çok geride. Yarışan ekiplerin çoğunluğu, oyunun kurallarını tam olarak anlayamamış herkes “Biz rating’imizi nasıl düşürürüz? Nasıl sistemi kandırırız? Nasıl kendimize bir avantaj sağlarız?” peşinde. Bunu anladıktan sonra kendimi daha geliştirmek için One Design yarışmanın hem kendi ekibim için hem de ülkemizde yelken yarışçılığının gelişmesi için en uygun yol olduğuna karar verdim. Bu sebeple A35 teknesinden sonra kendime bir Melges 32 teknesi alıp yurt dışında yarışmaya karar verdim. Bu süreçte 3 sene İtalya’da One Design filosunda yarıştık. Daha sonra J/70 ile 8 sene boyunca Avrupa ve Dünya Şampiyonaları’na katıldım. En son da şu an dünyadaki en popüler One Design sınıfı haline gelen Cape 31 teknesiyle yarışmaya başladım. Türkiye’de J/70 filosunun kurulmasına Emir İçgören ve Alp Doğuoğlu ile beraber öncülük ettim ve şu anda hiç kimsenin bile hayal edemediği 30 teknelik bir One Design filosuna sahip oldu Türkiye.
Ama bu arada IRC filosunda da yarışmaya devam ettim. Arkas takımından satın aldığım Ker 40 teknesini Marmaris’e götürerek 3 sene orada yarıştım. Ancak bu sene yurt dışında olan Cape 31 teknemi yabancılardan oluşan ekibimle Marmaris’e getirip 2 ekip olarak yarışmayı planlarken Marmaris Uluslararası Yat Kulübü’nün IRC rating sisteminden ORC sistemine geçtiğini öğrenince gerçekten başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Aslında temelde bu yazıyı kaleme almamın sebebi bu.
Tabi burada iki rating sisteminden biraz bahsetmek lazım. Ama önce şunu söylemek gerekiyor. Ne yazık ki dünyada uygulanan hiçbir rating sisteminin yat yarışlarını yüzde 100 adil bir şekilde ölçmesi imkansız. İlk önce bunu anlamak ve bunu kabul etmek gerekiyor. Bunun tersini kim söylüyorsa ya çok naiftir ya da başka bir ajandası vardır; bunu unutmayın. Kim size ORC daha adil bir sistem diyorsa ona inanmayın, çünkü adil değil.
Teknik olarak karmaşık olmasından başka tek farkı farklı rüzgâr hızları ile rüzgarüstü, apaz ve rüzgaraltı rotalarında tekne performansına göre farklı ratingler kullanması. Bizim filomuzdaki kazanamayanlar için tabi süper haber, çünkü onların ana bahanesi “hafif havada kaybedenler, sert havada kaybedenler” ama sonuçta emin olun onlar hep kaybedecekler.
Sistemlere bakar isek IRC sistemi tamamen yayınlanmayan kısmen gizli bir formülasyona dayanıyor. Bu formülasyonla size tek bir rating veriyor. Siz bütün yarışları bu rating’e göre yapıyorsunuz. ORC sisteminde kullanılan formül ise size rüzgâr hızı ve açılarına bağlı olarak bir performans grafiği veriyor. Yani çok sayıda ratinginiz var. Her havaya, her parkura göre ratinginiz değişiyor. Tek rating de kullanabiliyorsunuz ya da Sportsboat yarışlarındaki gibi Performance Curve de kullanabiliyorsunuz. Yarışın orsa, pupa varsa apaz ayakları için teknelerin kendi profillerine göre en iyi performansı gösteren tekne belirlenip diğer teknelerin sıralaması hesaplanıp bir sıralama oluşturuluyor Bunu yapan bir program var, yani hesaplama biraz daha karışık. ORC sisteminde kullanılabilecek iki yöntem daha var ama en yaygın kullanılanları bunlar. IRC sisteminde her teknenin diğer tekneye karşı zaman farkı baştan belli iken ORC sisteminde bütün tekneler yarışı bitirmeden bu fark belli olamıyor.
Tabi ilk başta sanki ORC daha karmaşık ve rüzgâr hızını da hesaba katan bir sistem olduğu için size daha adil olması gerektiği gibi gelebilir, ama burada amaç her teknenin performansını adil ölçmek ise sonuç ne yazık ki tam olarak öyle değil.
Bunu tam olarak anlayabilmek için hem yat yarışlarının felsefesini hem de iki rating sisteminin arkasında yatan dayanakları anlamak gerekiyor.
Yat yarışçılığının ilk adımı tekne seçimi ve bu oyunun yüzde ellisini oluşturuyor. Bu felsefe aslında dünyanın en eski spor müsabakası olan Amerikan Kupası’na dayanıyor. Bu yıl 37’ncinsi yapılan Americas Cup’ta milyonlarca dolar tekne tasarımı için harcanıyor. Sonuçta konulan kurallara göre en hızlı tekneyi tasarlamak oyunun belki de en önemli parçası. Aynı şey bir Box Rule içinde, serbest tasarıma açık olan TP 52, IMOCA gibi dünyanın en büyük ve ünlü yat sınıflarında da geçerli. Herkes tasarım üzerine uğraşıyor ve bunun da oyunun önemli bir parçası olduğunu kabul ediyor.
Kimse artık ORC geldi biz artık hangi tekneyle yarışa girsek kazanma şansımız var diye düşünmesin. Çünkü ne yazık ki yine kazanamayacaksınız. Çünkü bütün dünyanın üzerinde önemle durduğu birinci adımı atlayamazsınız. Eğer inanmıyorsanız ORC Dünya Şampiyonası sonuçlarına bir bakın. Italia 11.98 diye bir tekne var her sene ilk üçte. Hatta 2022 yılında ilk üçü bu tekne kazanmış. Şimdi bu teknenin bir avantajı olmadığını mı söyleyeceksiniz?
Dolayısıyla hangi rating sisteminde ya da One Design Box Rule’da yarışırsanız yarışın, tekneyi seçmek ya da design etmek ve bu tekneyi yarış kurallarına göre optimize etmek yarışın yüzde ellisini oluşturuyor. Dolayısıyla bu adıma kafa yoranlar her zaman bir adım önde başlıyorlar. Yine bu yarışçılar antrenmanlarında manevraları ve tekne hızları üzerinde çalışıp yarışa tam olarak hazırlandıkları için sonunda onlar kazanıyorlar. Tekne seçimini ve hazırlığını önemsemeyenler ise antrenman da yapmadıkları için sadece ‘onlar zaten avantajlı, biz ORC’ye geçelim o zaman belki kazanırız’ edasıyla oyuna baktıkları için yine kaybedecekler.
Gelelim işin felsefesine. İki rating sistemi aslında temel yat design prensipleri üzerine yapılan hesaplamaları kullanıyor. Ama ORC, sadece matematik hesabına dayanırken, IRC daha farklı bir yaklaşımı benimsiyor. IRC sistemi yat sınıfında yarışan teknelerin hepsini kapsayacak ve adil duruma getirecek aynı zamanda zaman içinde gelişen yat tasarımlarını da kapsayacak, bu tekneleri yat yarışlarının içine çekecek bir felsefe ile yaklaşıyor olaya. Bu sebeple rating formülünü zaman zaman filodaki değişimleri de göze alacak şekilde revize ediyor. Yani her sene işi daha adil yapabilmek için bazı kararlar alarak formülünü düzeltiyor. Bu arada formülü yenmeye çalışanları da cezalandırmaya çalışıyor, popüler One Design teknelerini sisteme girmeleri için ödüllendirebiliyor. Yani bir taraftan yeniliğe çok açık ve gelişimi destekliyor. Diğer taraftan mevcut filoyu ‘’korumayı’’ hedef olarak kabul ediyor.
ORC ise temelleri eski IMS sistemine dayanan bir formülasyon. Bu mantıkla çalışmıyor. Sadece matematiksel olarak doğruyu bulmaya çalışıyor. Zaman zaman formülasyonu düzeltmeye çalışsalar bile yine de ORC optimize ve avantajlı tekneleri engelleyemiyorlar.
IRC sisteminde yarışmak bence biraz daha keyifli. Sebebi de zaman farkının baştan belli olması. Bu sayede finişten hemen sonra kendi yerinizi basitçe hesaplayabiliyorsunuz. Hatta bazen taktiğinizi bile buna göre yapabiliyorsunuz.
Dünya’ya baktığımızda İngiltere ve Fransa IRC rating’inin ortaya çıktığı ülkeler. Burada tamamen bu sistem uygulanıyor. ORC’de ise İtalya başı çekiyor. Dünya’daki belli başlı Offshore yarışlarında genelde IRC sistemi ağırlıkta.
Tekne yapan firmalar ve tasarımcılar ise yarışılacak yere göre tekne design ediyorlar. Mesela en iyi ORC tekneleri Italia ve Grand Soleil İtalya’da üretiliyor. Jason Ker, Mark Mills gibi tasarımcılar ise IRC üzerine tekneleri optimize ediyor.
Burada şunu tekrar vurgulamak isterim ki rating sistemine göre tekneler design ve optimize ediliyor. Yani sonunda bu tekneler o rating sistemine göre avantajlı oluyorlar. Yani ‘ben her tekne ile yarışı kazanabilirim’ diye bir durum yok. Her iki sistem de adil olmaktan uzak.
Hangi sistemi seçmeliyiz peki o zaman? Bence bunun cevabı iki sistemin felsefesi üzerinde yatıyor. Sadece matematik mi, yoksa gelişmeleri takip eden filonun tamamını kapsamak isteyen, teknenin hızını arttıran tasarım değişikliklerinin muhakkak rating’de de dikkate alınmasını prensip kabul eden sistem mi?
Gelelim Türkiye’ye. Türkiye’de yat yarışçılığının başını yıllardan beridir TAYK çekiyor. IMS sisteminden IRC sistemine geçme kararını da yıllar önce TAYK vermişti. Tabi Türkiye’de de filo IRC tekneler üzerine yoğunlaştı. Ciddi anlamda yarışan ekiplerin tamamı oyunun birinci kuralını iyi anladıkları için IRC optimize tekneler satın aldılar, Yelkenlerini IRC kurallarına göre optimize ettiler. Bu işe en çok yatırım yapan Alize, Hedef Yelken, Levent Peynirci, Doğa Arıbaş gibi yelken okulları bu sisteme uygun tekne aldılar ve buraya yatırım yaptılar. Arkas, Vakko, Eker, Borusan, Akkim gibi sponsorlar IRC teknesi üzerine yoğunlaştılar. Bu sayede TAYK/Türkiye IRC dünyasında başından beri en üst düzeyde temsil edildi. TAYK, kuralın gelişiminde önerilerine, fikrine önem verilen bir aktör oldu ve ülkemizdeki yarışan tekneler de bundan fayda gördü.
Türkiye’den kendini dünya sahnesine atmış MAT Yatçılık, kendisini IRC optimize tekneler üzerine uzmanlaştırdı ve şu anda dünyanın en kaliteli IRC teknelerini imal ediyorlar. Bu kadar insanın bu kadar çaba ve yatırım ile uğraşıp yarattığı, yat yarışçılığının en üst düzeyinde yarışan, yarışların kalitesini arttıran ve filoyu yukarıya çeken, alın terini tek bir karar ile çöpe atmak Türkiye’deki yat yarışçılığını geriye götürecek vahim bir karar olur bence.
Bugün bazı kulüpler, bilgisizce veya naif olduklarından dolayı böyle bir karar aldılar. Benim IRC sisteminde yarışan 3 teknem var, ben ne yazık ki ORC sisteminde yarışmayacağım.
Tekrar yeni bir Italia 11.98 teknesi almak gibi bir niyetim yok. Bence yat yarışı düzenleyen kulüplerin Türkiye’de yat yarışçılığını geliştirme gibi bir misyonları var. Aldıkları kararları bu doğrultuda vermeleri gerekiyor. Sadece bazı çekişmeler ve kulaktan dolma bilgiler ile karar verme hakları yok.
Ben Marmaris’te yarışmayacağım ama benim Türkiye’de yelken yarışçılığının gelişmesine katkı verme misyonum devam ediyor. Yine 10 günlük bütün sınıfları kapsayan Olympos Regatta’yı tekrar yapacağım. Yine gençleri Avrupa’ya götürüp dünyanın en iyi yelkencileri ile yarıştıracağım. Bursa’da açtığım EKER Spor Kulübü ile sporcu yetiştirmek için sonuna kadar uğraşacağım. J-70 sınıfının büyümesi için elimden geleni yapacağım.
Türkiye’de yelken yarışçılığına zarar vermek isteyenlerin de karşısında duracağım.
Sevgiler,
Ahmet Eker