Kendisi de dünya turunda olan yazarlarımızdan Özlem Ulubay Şahin, Atlas Okyanusu’nu yelkenli tekneyle tek başına aşan ilk Türk kadını olmak için yolda olan Başak Mireli’yle yolculuğunu, yelken ve deniz tutkusunu konuştu.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: Özlem Ulubay Şahin (Instagram: @baskaturluyasamak-
Youtube: youtube.com/baskaturluyasamak Facebook: @baskaturluyasamak)
İlk defa bir röportajı yaparken önceden soru hazırlamadım. Cabo Verde Mindelo Marina’da, arkadaşımın teknesine gittim, salona girdik ve sohbet etmeye başladık. O bir ilki gerçekleştirecek. Atlas Okyanusu’nun yelkenli tekneyle, tek başına aşmış ilk Türk kadını olacak.
Başak Mireli 43 yaşında bir yelkenci. 20 seneden fazladır da yelken yapıyor. 9 Temmuz’da eşi Ömer Öcel ile birlikte açıldılar dünya denizlerine. Daha öncesinde, birbirimizi tanımıyorduk, yolda tanıştık. İbiza’da ilk defa yan yana geldik. Sonra ayrıldık, herkes kendi yoluna, ardından yine buluştuk. Ve ben bu satırları yazarken, onunla bu röportajı yaptıktan bir gün sonra, Başak, Atlas Okyanusu’nu yelkenli tekneyle solo geçen ilk Türk kadını olmak üzere açıldı denizlere.
Ve biz de ona destek vermek için üç gün sonra arkasından yola çıkma kararı aldık. Onun bu heyecanına ortak olmak, o palamarları atarkenki anına tanık olmak istedik. Başak’a bir teşekkürüm var, bana kendimle ilgili bir şeyi fark ettirdi, o biliyor, aramızda. Ama bu ana tanık olmak o kadar özel ki ve onu uğurlarken de dediğim gibi ağlamıyorum gözüme okyanusun tuzu kaçtı…
Yelken macerası nasıl başladı?
Fenerbahçe yelken kulübünde yelken yapmaya optimistle başladım. Üniversite için Ankara’ya gittiğim için kısa bir ara verdim. Ardından Marmaris’te yatlar için temel eğitim aldım. İstanbul’a döndüm farklı teknelerde yarıştım. Sonra üç kız bir tekne satın aldık. Bir süre sonra sattık. Üçte biriyle ben çok daha küçük bir tekne aldım kendime, onunla yarıştım.
Sonra onu da satmaya karar verdim arada bir süre motora bindim. Motorda da böyle değişik maceralarım oldu; TransToros diye bir parkuru bitirdim. Onu da şimdiye kadar bitirebilen tek kadın benim. Sonra Ömer’le tanıştık. Ömer’le tanıştıktan çok kısa bir süre sonra yine tekne almaya karar verdik, birlikte 31 feet küçük bir Bavaria aldık, onunla gezdik, Yunanistan’a gittik, Ege’yi gezdik. Sonra da birlikte bir dünya seyahatine, batıya doğru bir seyahate çıkma planlarının, hayallerini yeşertmeye başladık. Ama dedik ki “31 feet bize küçük gelir 40 feet bir teknemiz olsun, başka alternatiflere bakalım”.
Bu arada eğitimlere gitmeye devam ettik. Ben Kanarya adalarında da eğitim aldım, sonra İngiltere’de eğitim aldım. İngiltere’ye gittiğimizde sac teknelerle tanıştık. Türkiye’de sac tekne çok az oluyor, bizim çok bildiğimiz bir materyal değil tekne için. Bize daha güvenilir ve mantıklı geldi. Öyle olunca “Acaba sac alternatifini değerlendirebilir miyiz?” diye tekne bakmaya başladık ve bu tekneyi bulduk, 2018 yılında satın aldık. Bu teknenin bakımlarıyla uğraştık, beklediğimizden daha farklı problemler de çıktı. Bu arada Kovid pandemisi başladı, hem Kovid, hem tekne işleri derken bizim planlarımız bir-iki sene ertelendi. Ve bu yıl temmuz ayında bu seyahate başlamış olduk.
Kızınız “İstanbul” nasıl bir tekne, kızının en sevdiğin ve en sevmediğin yanları ne?
25 yaşındaki kızımın en sevdiğim özelliği bir kere çok güvenilir bir tekne olması. Sac tekne deyince bir kere denizde karşılaşabileceğin bazı tehlikelere daha dayanıklı oluyor. Fiber tekneyle bir şeye çarptığın zaman teknenin bütün gövdesiyle ilgili bir kaygıya kapılıyorsun.
Burada en azından bir çarpma durumu söz konusu olduğunda, teknenin belirli bir bölgesi zarar görse de o parçayı oradan çıkarıp teknenin bütününe zarar vermeden belirli bir noktada değişiklik yapabiliyorsun. Beni denizde en çok korkutan şeylerden biri de yangın. Yangın, her tür teknede çok tehlikeli, sizin de bizim de başımıza gelmesin ama yangın olduğunda tabii ki sac tekne – bu da çok çabuk alev alacaktır içindeki ahşaplar, kablolar vs. nedeniyle ama- bir tık daha uzun kabuk olarak denizin üzerinde kalabilir ve en azından kendini kurtarmak için sana daha fazla zaman tanıyabilir.
Bir de tabi fiber teknelerde eğer sen konunun uzmanı bir insan değilsen, bizim gibi bir tekne kullanıcıysan, özellikle gövdeyle ilgili tamiratları yapmak konusunda dışarıdan çok daha fazla yardım alman gerekiyor ama sac tekneyle istediğin gibi vur kır parçala, günün sonunda kaynakla her şeyi yerine koyabiliyorsun.
İstanbul, Hollandalı Van de Stad ofisinin tasarımı ve Avustralya’da elle yapılmış. Açıkdenize göre tasarlandığı için en önemli özelliği çift dümeni olması; dışarıda bir mekanik dümeni, içerde de hidrolik dümeni var. Çok sert havalarda kendini dışarda güvensiz hissetmeye başladığında ya da soğuk havalarda, dalgalı denizlerde, mesela orsa seyri yaparken, teknenin içine girebiliyorsun. Deck salonda etrafını rahat görebiliyor ve aynı zamanda da tekneyi içeriden kullanabiliyorsun. Tabii büyük avantajlar getirdiği gibi bir dezavantajı ise arkadaşlarla rahat rahat oturabildiğin yemek yiyebileceğin büyük alanların olmaması.
TEKNEDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
İstanbul’da uzun yol için ne tür değişiklikler yaptınız?
Biz zaten teknenin gövdesiyle ilgili bazı sıkıntılar yaşadık. Tekneyi aldıktan sonra fark ettik ki teknenin altında çürükler var. O çürük parçaları değiştirmemiz gerekti. Teknenin altından sac plakalar kestik oralara yeni plakalar kaynatıldı. Aynı şekilde cenova araba raylarının altında da delikler vardı. Orada parça değişimi yapmak mümkün olmadı, üzerine parça koyularak, kaynatılarak o bölgenin tedavisi yapıldı.
Bunlar bayağı bir iş, biz bunları yaparken tabii ki kaynak işi olduğu için bütün teknenin içindeki ahşapları sökmek zorunda kaldık. O 20 senelik ahşapları tekrar yerine koyamadık dolayısıyla teknenin içindeki bütün ahşapları her şeyi baştan yaptık. Su tesisatında çok ciddi değişiklikler yaptık. Bizim büyük su depolarımız var,
40 feet bir teknede 650 litre su depomuz var. Su yapıcımız da var ama suyu harcarsan yerine koyamıyorsun. Yani 12 volt su yapıcımız var saatte 20 litre su yapıyor ve aslında su çok çabuk harcanan bir şey. Dolayısıyla döndük baktık su tesisatında ne gibi değişiklikler yapabiliriz? Genellikle ayak pompasıyla denizden su çekme sistematiğini hidrofora çevirdik, hidroforla denizden su çekiyoruz. Tabii ki elektrik harcıyor ama bulaşık yıkamak için çok efektif bir sistem. Suyun çoğunluğu bulaşıkta harcanıyor.
Elektrik sıkıntısı teknede yaşanabilir, ki bizim en hassas karnımız elektrik. Elektrik sıkıntısı yaşarsak depodaki suyu, özellikle uzun yolda, kullanabilelim diye, normalde bu teknelerde tuzlu su çekmek için kullanılan ayak pompasını biz direkt depoya bağladık. Dolayısıyla elektrik sorunu olup bütün elektriği kaybetsek bile depodaki temiz suya ulaşabiliyoruz.
Yapmayı çok istediğimiz bir şey de tekneye plastik şişelerle su almaktan vazgeçmekti. Hem teknede çok yer kaplıyor, hem de çok zarar ziyan bir iş. Onun için depo çıkışına bir karbon ve UV filtre koyduk, özel bir filtre. Depodaki suyumuzu da ayrıca temizleyip içebiliyoruz. En büyük değişikliklerden biri bu oldu.
Bizim elektroniklerimiz yaklaşık 2007 yılından, Simrad kullanıyoruz sistem olarak. Eski ama çalışıyor, bir sıkıntı yok ama yine de ikinci bir sistem kurduk, derinlik en önemli şey çünkü hızı bilsen de olur bilmesen de, Navionics üzerinden görebilirsin ama derinlik özellikle koylara girerken çok daha önemli olduğu için ikinci bir derinlik göstergesi ve yeni nesil bir combo enstrüman taktık tekneye. Güvenlik ekipmanlarının değişiminden çok bunların sürekli bakımının yapılması kayıtlarının yapılması önemli, bunlara biz çok özen gösteriyoruz. Bütün işaret fişeklerimiz yeni, can salının bakımı yapıldı, Ebirp’imiz var. Yangın konusunda obsesifim, her yere yangın tüpü ekledik mesela.
Tekne katır arma, fırtına floğu ve mantarlı flok kullanılıyordu, zor denizlerde teknenin önüne gitmek zor olacağı için onu da furling sistemine çevirdik. Şu an çift furlingle çalışıyor, anayelken açık olmadığı sürece teknenin önüne gitmek zorunda kalmıyoruz. Herşeyi kokpitten yönetebilir hale geldik. Tabii ki tüm halatlar, makaralar ve armadaki teller yenilendi. Ama teknenin kendi direği ve yelkenli sisteminde major değişiklik yapmadık.
“Ömer’le tanıştıktan sonra tekne alıp dünya turu hayalini yeşerttik” dedin ama peki senin okyanusa tek başına açılma hayalin ne zaman yeşerdi?
Aslında şöyle, ben en başından beri yalnız başıma seyir yapıyordum. Kızlarla tekneyi aldığımız zaman bile tek başına çıkıyordum, tek başıma değil ana yelken, cenova balonu basıyordum, istediğim yere gidiyordum, geliyordum. Bunu zaten hep yapıyordum, gece seyrine çok alışıktım. Ömer’le denize çıkmaya başladığımızda da zaten bu bilgileri kullanarak biz hep uzun seyirler yaptık.
Dolayısıyla yalnız başına seyir yapmak yeni bir alışkanlık değil, sonuçta kimse olmadığında senin her şeyi görmen, duyman, hissetmen gerekiyor. Yanında biri olduğunda bu denklem tamamen değişiyor. Mesela Ömer’le seyir yaparken ben çok huzurlu bir şekilde uyuyabiliyorum, seslere kulaklarımı kapatabiliyorum ama yalnızken öyle değil. Dolayısıyla
teknede yalnız olmak çok farklı duygular ve duyular geliştiriyor. Bu işi biraz daha öğrendikçe, yalnız yaptığım seyirlerin mesafeleri artmaya başladı. Ömer’le yaşadığımız bir hayat var, beraber gezmeyi ve birlikte vakit geçirmeyi seviyoruz.
Benim yalnız seyahat yaptığımda, “Ömer keşke burada olsaydı her şey çok daha farklı olurdu” dediğim çok zaman da oldu; çünkü o benim neşem, beni insanlara bağlayan, yanımda olduğu sürece de yüzümü güldüren insan. Aslında yalnız seyir yaparken onun eksikliğini de hissediyorum ama madem mesafeleri bu kadar uzattık neden olmasın ki?
Denizde, okyanusta tamamen bana ait bir üç hafta, çok muhteşem değil mi? Aslında en başından beri, biz bu tekneyi aldığımızda da bu plan hep vardı. Hatta Türkiye turu rekor denemesi bu plandan sonra çıktı.
Yarış ve gezi yelkenciliği arasındaki farklar neler?
Yarışta bir ekiple berabersin, o ekiple var olmaya çalışıyorsun. Denizde ekip olabilmek bambaşka bir duygu, gerçi eşlerimizle de bir ekip olmaya çalışıyoruz ama yarışta ortada profesyonel bir iş, bir parkur var. Ve teknenin sınırlarını çok zorladığın anlar var, tamamen bambaşka bir ortam. Hırs var, başarılı olmak istiyorsun, sürekliliği var. Gezi yelkenciliğinin daha kolay olduğunu söylemiyorum, onun da denklemleri çok farklı. Yarışlara giderken çapanı hiçbir zaman yanına almazsın, gezi yelkenciliğinde demir atmak, geceyi huzurlu geçirmek istiyorsan, en iyi yaptığın şey olmalı. Onun için diğeri öbüründen daha ilgi çekici ya da güzel diyemem. Bence ikisi teknik olarak kıyaslanamaz.
İlk yalnız çıktığın seyri hatırlıyor musun?
Hiç hatırlamıyorum. Ama seyir defterimde vardır kesin. Bu arada ilk teknemi almadan önce yatlarla seyre çıktığım zamandan beri düzenli seyir defteri tutuyorum. Dönüp dönüp onlara bakıyorum. Ne hatalar yapmışım, aynı hataları tekrar yapmış mıyım, bazı şeyler öğrenmiş miyim? Hep onları kontrol ediyorum. Yıllardır biriktirdiğim seyir defterlerim var.
HİÇBİR ZAMAN RAHAT DURAMAM
Gelişmişim, öğrenmişim deyince hemen ardından şunu sormak geldi aklıma, ben sende kendinle mücadele, hep ileri gitmek, hep bir challenge (meydan okuma) hali görüyorum. Yanılıyor muyum?
Evet şu konuda haklısın ben hiçbir zaman rahat durmam. Dağa da tırmandım, dağlarda dondum çok üşüdüm, hipotermilerin eşiğine geldim sonra tekneyle yarışacağım dedim, olmadı motora bindim. Kendimle bir dert değil de içim içime sığmamak, fiziksel sınırları sürekli zorlamaya çalışmak. Ben yıllarca koştum, daha fazla koşmak daha çok kilometre koşmak gibi. Psikolojik ve zihinsel, kendimle bir meselem yok ama “fiziksel olarak sınırlarımı ne kadar zorlayabilirim, fiziksel olarak sınırları zorladıkça psikolojik olarak buna adapte olabilir miyim?” diye bir arayışım var.
Türkiye turu rekor denemesinin sana kazandırdığı en büyük deneyim ne oldu?
Dördüncü günde bırakmak zorunda kaldım, o an bırakırken gerçekten bırakmam gerektiğini düşündüm. Şansımı biraz daha zorlayabilirdim ama bırakmamın sebeplerinden biri ardından bu seyahate çıkacak olmamızdı. Akülerimi riske atamazdım mesela. Yeni aldığım akülerim vardı ama o akülerle biz en azından birkaç sene bu seyahati yapmayı planlıyorduk. Onları riske atmak istemediğim için vakitlice bırakmış oldum. Hem bütçesel anlamda hem de bazı şeyleri yeniden temin edip yenilemek anlamında bu tura zarar verebilirdi. Ve tabii ki bıraktığım için sonra pişman oldum. Sonuçta tabii ki hırslı bir insanım.
Şimdi olsa yine bırakırım diyor musun?
Yine bırakmak zorunda kalırdım. O zaman, herkes bana “Niye rüzgâr dümeninin kullanmıyorsun?” demişti. Zaten kullanabileceğim bir şey değilmiş o zaman rüzgâr dümeni, bizim sularımızda ve tekneyi o hızla götürmek için. Pişman olmama rağmen bıraktım, çok üzüldüm, çok ağladım. Çok anlatmadım kimseye, çok ağladım diye ama sonra Samsun’a gittik, orada bir barın ortasında hüngür hüngür ağlamaya başladım, niye bıraktım diye.
Hatta Ömer’e “Geri döneyim yeniden başlayım” dedim, daha Tolga başlamamıştı ve problemin ne olduğunu anlamış ve çözmüştük. Ömer “Hayır” dedi, sonuçta ikimizin teknesi ve ikimizin beraber yaşadığı ev. “Sen bunu bir kez denedin ve kısmet olmadı.” dedi. Tekrar geri dönüp başlamak da istedim ama ona da saygı duymak zorundaydım.
Türkiye Turu rekor denemesinden sonra psikolojik olarak yaşayacağım problemlere kendimi daha çok alıştırdım. O mücadelede yeterince hazır olmadığım, eksik olduğum yerlere kendimi psikolojik olarak daha fazla hazırlamaya odaklandım. Türkiye rekor denemesinde, elektroniklerin mükemmel olması için çok uğraşmıştım, çünkü şöyle düşünüyordum, elektronikler benim back up’ım. Çok trafik olan yerlerde seyir yapıyorum, otopilotun çalışması lazım. Burada otopilot çalışmasa dümeni bağlasan bir yere gidersin, gerekirse yekeni çok küçültürsün sağdan soldan bağlarsın bir opsiyonla idare eder tekne yani. Ama orda öyle değildi.
Doğru zamanda bırakmayı bilmişim, öğrenmişim diyebilir misin?
Aslında bunu Türkiye turu öncesinde öğrenmişim ki doğru zamanda bıraktım. Ama bir şeyi bilip de yapmakla, hissetmek aynı şey değil. Şartlar izin vermedi yeniden denemeye. Net bir çıkış tarihi belirlemiştik, bayrama denk getirmiştik, ailelerimiz gelecekti, birlikte tatil yapacaktık bayram öncesinde. Onu erteleme şansımız yoktu.
BAŞARI ODAKLI BİR İNSANIM
9 Temmuz’dan bugüne bu rotada heybene attığın, kendine kattığın şeyler oldu mu sence?
Çok oldu. Ben hep başarı odaklı bir insanım. Bunu bazı insanlar aşırı hırslı olarak da tanımlıyorlar ama (bazı insanlar derken, kendi annem, kendi kocam) ama ben çocukluğumdan beri böyleyim. Okulda başarılı olmak zorundaydım, başarılı oldum, başarılı bir kariyerim olması gerekiyordu, başarılı bir kariyerim oldu, başarılı bir yelkenci olmam gerekiyordu, motora bineceksem onda da başarılı olmam gerekiyordu hep bir aksiyon olması gerekiyordu hep bir hedef olması gerekiyordu.
Başarı kendi standartlarım için bu arada, dünya standartlarında bir başarı değil bu. Bu yaptığımızı çoluk çocuk yapıyor burada, her gün bir sürü insan tek başına denize açılıyor. Dünya standartlarında ben çok başarılı bir iş yapmıyorum. Bunu yapan ilk Türk kadını olmak da aşırı bir başarı değil yani dünyada bunu yapan birçok kadın var. Bu çok normal bir şey ben sadece kendi adıma bir şey yapmış oluyorum ve bunun Türkiye’de bir karşılığı var. Hiç yapılmadığı ve yelkenciliğimiz henüz yeterince gelişmediği için. Ama bu yolda oldukça, yolda insanlar tanıdıkça, insanların teknelerini gördükçe, büyük hayallere ihtiyacım olmadığını, tek ihtiyacım olanın sevdiğim insanlarla beraber küçük mutluluklar olduğunu öğreniyorum.
Mesela biz tanışmıyorduk, yolda tanıştık ve şu an günlerimizi beraber geçiriyoruz. İşte aradığımız küçük mutluluklar bunlarmış aslında, ben bunları koydum cebime bu seyahatte. Şu an geldiğim noktada sadece geziyor olabilmek, başka insanlarla tanışmak, başka yerler görmek ve küçük mutluluklar yetiyormuş yani. Hiç büyük maceralara gerek yok hayatta.
Peki Atlas okyanusu geçişi sonrası nedir plan?
Sonrası için işin güzel yanı hiçbir plan yok, ben aslında çok yoruldum. Tahmin ediyorum Ömer de çok yorulmuştur. Biz 10 ay tekne yaptık karada ve hiç bunun 10 ay süreceğini ve bu kadar problem çıkacağını planlamıyorduk. Bu 10 ay süresince ben İstanbul’da çalıştım, her cuma uçağa bindim Ömer’in yanına Ören’e gittim. Her Pazartesi sabahı uçağa binip ofise geçtim.
Sonra dünya turu öncesi Türkiye Rekor Turu çıktı. Yoldayken Akdeniz’i olabildiğince hızlı geçmeye çalıştık. Biraz da buralara vakit bırakmak istedik. Ama bir yandan hem gezmeye hem de teknenin bakımlarını yapmaya çalışıyoruz. Hafızada yeni bilgi birikmiyor o kadar hızlı geçiyor ki her şey, yaptıklarımızı da sindiremez hale geldik. Ben zannediyordum ki teknede olacağım, kitabımı okuyacağım. En son ne zaman kitap okumaya vaktim olduğunu hatırlamıyorum. Bundan sonraki planım artık biraz durmak. Ömer’de de onu hissediyorum.
Seni Atlas okyanusunu tek başına geçmek konusunda ne motive ediyor?
Şu an hiç bilmiyorum biliyor musun? Kafam acayip bir değişik bu konuyla ilgili. Normalde seyre çıkmadan önce hep çok heyecanlanıyorum da bu sefer böyle enteresan bir dinginlik var üzerimde. Dedim ya yorgunum diye sanki denize çıkarsam dinlenecekmişim de artık kendimi dinlemeye vaktim olacakmış gibi hissediyorum. Çok motiveyim kendimle kalmaya.
Okyanusu tek başına geçeceğini duyurduğun günden bu yana birçok mesaj alıyorsun. Motive eden mesajlar var mı?
Beni en çok motive eden her zaman Cevat kaptandır. Hem babamın eski arkadaşı, hem de yelken hocalarımdan biri. Özellikle Türkiye Turu Rekor denemesi konusunda, hazırlıklarda da en çok destek veren isim. Cevat Satır (Alfasail) çok uzun süre yelken eğitimi verdi, şimdi emekli. Biraz önce konuştuk onunla, “Marmara’da yaptığın parkurdan sonra, bu yapacağın parkur hiçbir şey, dinlene dinlene gideceksin, senin için hiçbir sıkıntı olmayacaktır” dedi. Beni motive eden; bu işi, yelkeni gerçekten bilen insanların yapıp yapamayacağıma ya da nerelerde hata yapabileceğime dair uyarıları söylediği şeyler.
Demoralize eden şey var mı?
Ömer’i bırakıyor olmak tabii ki çok demorilize ediyor. “Ne gerek var”ı hâlâ söyleyen çok insan var bu arada ama herhalde o “ne gerek var” beni o kadar etkilemiyor. İlk başlarda çok bozuluyordum böyle denmesine.
Okyanus senin için ne demek?
Çok büyük özgürlük demek. Çok büyük bir yalnızlık demek, çok büyük bir yalnızlık benim için çok büyük bir özgürlük demek.
KONTROLLÜ KORKUYORUM
Korku var mı?
Korkuyorum tabii ki. Kim korkmuyor ki? Kontrollü korkuyorum. Korkmak var, korkunun seni paniğe sevk etmesi var. Korku olacak ki adrenalin salgılayacaksın, problemle başa çıkabileceksin. Ama korkunun seni ele geçirmesine izin verirsen ve kendini paniğe sevk edersen büyük sıkıntı başlar teknede. Onun için tabii ki koktuğum şeyler var ama bu korktuğum şeylerin beni ele geçirmesine izin vermemeye çalışıyorum, bu zihni kontrol etmek gibi bir şey.
Zihnin obsesif bir şekilde herhangi bir konuya takılmasını engelleyebilmek, işte bu zihinsel gelişim. Bazı insanlar uyuyamaz ya stres olunca benim mesela o çok iyi yönettiğim bir şeydir. Ne kadar stres olursam olayım eğer odağımda kendimi dinlendirmek varsa uyuyabilirim.
Okyanus seyrinde uyuyacak mısın?
O kadar trafik olmayan bir yer ki şimdiye kadar yaptığım parkurlarla ve uyumadığım gecelerle karşılaştırdığımda ballı çörek. Alarmım var “watch commander”. Genelde alışık olduğum sistem 20 dakika uyuyup, uyanmak. Uyandığın zaman etrafına bakıyorsun herhangi bir tekne, yelkenlerle ilgili bir problem var mı, hava artmış mı, azalmış mı?
Bu 20 dakikalık uykulara kendini alıştırmak bir süreç. Ona göre de beslenmen gerekiyor tabii ki, yeterince uyumadığın için daha fazla kalori harcıyorsun. Dolayısıyla onun karşılığını da alman gerekiyor. Ama bu yolda biraz esneyebilir bunlar. Bir kere burada rüzgârlar çok stabil. Rüzgâr 20-25 knot’a oturduğunda 20 dakika değil de 40 dakika da uyuyabilirsin çünkü burada Ege’de olduğu gibi değil. Rüzgâr bir 15 esip sonra bir 25 esmiyor. Saatlerce aynı şekilde esiyor.
Gece için özel bir yelken kurulum planın var mı?
Zaten rüzgâr dümeni dolayısıyla yelkenler biraz küçük, özel bir kurulum yapmıyorum ama kamaraya gidip de, yatakta uyumuyorum. Ya deck salonda ya da havaya bağlı olarak bazen dışarıda uyuyorum.
En kötü senaryo ne?
En kötüsü bir şeye çarpmak olur bence. Ben denize düşmemek konusunda çok dikkatli davranıyorum. Bütün kurulum zaten kokpitten çıkmamam üzerine. Güvenlik konusunda çok temkinliyim.
Yalnız olduğun için başka bir hazırlık yaptın mı?
Pek bir şey yok bunlar dışında. Daha az gıda alışverişi yaptım ve bir de kanaviçem var.
YAPTIĞIM ÇOK DA ATLA DEVE BİR İŞ DEĞİL
Denizde kadın olmak dezavantajlı mı?
Bence evet. Bunu kendim de yaşadım. Tekneyi marinaya sokarken “O kadın niye sokuyor tekneyi de adam sokmuyor?” diye arkamdan bağıranları falan gördüm. Bunu bir sebebi de eğitimsizlik ve bilgisizlik. Sadece kadının eğitimsizliği değil erkeğin de eğitimsiz ve bilgisiz olması çünkü hata yapan adam sürekli de kadına bağırır pozisyonda oluyor.
Bir de ekonomik imkânsızlıklar var. Kadınlar bu ekonomik imkânlara sahipler mi acaba? Zaten çok ataerkil bir toplumda yaşıyoruz. Dünyada da yelken sporunda yapılan araştırmalar, kadın-erkek ayrımcılığını gösteriyor.
Bunu ilk yapan Türk kadını ben olacağım ama bunu Deniz de yapardı (Karamanoğlu). Deniz, iki çocukla geçti bu okyanusu, daha zor. Sen de geçersin, Gülnur da geçer (Payzanoğlu). Yaptığım şey çok atla deve bir şey değil. Ben sadece doğru zamanda, doğru yerde olduğum için bunu ilk yapan kadın olabilirim..
Ama ben denizde cinsiyetlerin eşitlendiğine inanıyorum…
Bizi karşılaştırıyorsan biz diğer çiftlerle göre artık bu işin en üst noktasındayız. Gece nöbetlerini beraber tutuyoruz. Herkesi bizim olduğumuz noktaya taşımak lazım. Ben yelken donanım konusunda daha iyiyimdir. Halata elimi sürdüğüm zaman hangi halatın kalitesinin ne olduğunu anlarım, Ömer ise teknikte, motor bakımında daha iyidir. Biz birbirimizi dengeleriz. Ama işte insanların bu seviyeye gelmesi lazım ancak o zaman kadın erkek eşitliği olur.
Deniz sevdanı aşılayan çocukluğa ait bir hikâyen var mı?
Biraz maymun iştahlıyım. Gitar da çalmayı denedim ama yeteneksiz olduğum için bir kenara koydum, bir sürü şey denedim. Ama yelken sevdamla ilgili şunu söyleyebilirim, yelken ve denizci olmak o kadar engin bir dünya ki sürekli öğrenmeye devam edebiliyorum. Onun için sıkılıp tamam bunu yaptım deyip bir kenara koyamıyorum. Denizler değiştikçe teknedeki yaptığımız şeyler değişti, mesela şu an yelkenleri Türkiye’de alışık olduğumuz gibi kullanmıyoruz. Coğrafya değişiyor, hava durumları değişiyor. Yelkenle ilgili sevdam bence bundan dolayı bitmiyor.
Buraya kadar geldiğiniz rotada aklına yatan, aklında kalan yerler var mı?
Kanaryaları çok sevdim. Cabo Verde’yi de… Hatta imkânımız olsa bu sezon geçmeyip, bir seneyi Kanaryalarda geçirmek isterdim.
Türkiye dönünce planların ne?
Dönünce yelkenli rehabilitasyon merkezi açmak istiyorum, dezavantajlı çocuklar için. Tabi Türkiye’ye ne zaman döneriz bilmiyorum biraz ekonomik duruma da bağlı.
Döndüğündeki Başak nasıl olacak sence?
Çok farklı olacak, hayal edemem herhalde. Ben 43 yaşındayım. Bir yandan kendimi yaşlı hissediyorum, etrafımdaki gençlere bakınca. Tamam çok enerjik olabilirim ama 20’li yaşlarımla kıyasladığımda arada bir fark ve bunu hissediyorum. Diğer taraftan baktığımda 80’e kadar yaşasam, bundan sonraki senelerim için de çok heyecanlıyım. Düşünsene şimdiye kadar görmediğim kadar çok şeyi, çok daha kısa bir zamanda göreceğim ve deneyimleyeceğim. Ben zaten şimdi bile Türkiye’den çıktığım Başak değilim.
Martinik’e (Karayiplerdeki ilk ada olacak) varma anını hayal ediyor musun?
İşte onu hayal ediyorum. Siz botlarla gelmişsiniz hep, acaba kendi kendime demir atabilecek kadar enerjim olur mu hâlâ? Ömer’i biri botla getirir orada teslim ederim herhalde tekneyi ama akşama rom punçlarla kutlama yaparız herhalde.
Senin arkandan, yaklaşık üç gün sonra biz de çıkacağız ki, bunu biliyorsun ki biraz da senin için böyle planladık.
Bir şey olur, olmaz ama bunu düşünmüş olmanız, bunu yapabilmek için bir haftayı burada geçirmiş olmanız, sizi bana inanılmaz yaklaştırıyor. Her şeyden önce bizim ilişkimiz adına başka bir şey bence, benim durduğum yerden. İkincisi evet tabii ki dünyanın bin bir türlü hali var bunu düşünüp de yapabileceğiniz bir tek buysa ki bu bunu yapıyor olmanız da çok özel.
Özkan ve Ömer havuzlukta tavla oynuyor, biz sarılıyoruz birbirimize sohbet sonrası. Zar ve pulların sesinin eşlerimizin seslerine karıştığı ve bize eşlik ettiği duygusal bir an. Bir kadının yılların hayalini gerçekleştirmesine şahit olmanın coşkusu o kadar güzel ve karmaşık duygular ki.
Ve tabii ki Başak bu hayalini gerçekleştirirken, biz de okyanusa yelken açmışken, Martinik’te bizleri bekleyecek olan Ömer Öcel’e de söylemek istediğim bir şey var; teşekkür ederim Ömer.