Ünlü karikatürist Emrah Ablak bu ayki konuğumuz oldu. Denize dair büyük bir ilgi besleyen Ablak, karikatürlerini ve mavi dünyayla ilgili hayallerini bizlerle paylaştı.
Röportaj: Eray Emin Aydemir Fotoğraflar: Osman Uğur
Öğrencilik yıllarımda bilime meraklı olmam ve keşfetme duygusunun içerisinde mizahın da olduğunu düşünmem nedeniyle Emrah Ablak’ın TÜBİTAK isimli karikatürleri her zaman dikkatimi çekti. Mikrobiyolojiyle ilgili bir dalda eğitim almama rağmen laboratuvarın yüzünü pek görememem, tipik öğrenci muzırlıklarını laboratuvar ortamında yapamamam belki de sürekli deney yapan çizgilerde bu duyguyu tatmamı sağladı. Bu yüzden TÜBİTAK’ı yaratan isimle bir araya gelecek olmanın mutluluğunu röportaj öncesinde hissettim. Başarılı bir karikatürist ve kültürlü bir insanla sohbet edeceğimizi biliyordum. Ancak onun denizle bu kadar ilgi duyduğunu tahmin etmemiştim. Ablak’ın karikatürlerini ve denizle ilgili hayallerini Kechi Sailing’in yelkenlisinde Kadir Pirasoğlu’yla beraber dinledik. Bu arada Emrah Ablak, karikatürlerimizi de seyir esnasında çizmeyi ihmal etmeyerek bizi ayrıca mutlu etti.
Çocukluğunuzdan beri çiziyorsunuz. Karikatürist olmak çocukluk hayaliniz miydi yoksa zamanla mı gelişti?
Biraz pederin yüzünden oldu. Benim peder çok hareketliydi. Maden mühendisi olduğu için çok şantiye gezdik. Bu yüzden sürekli arkadaş ortamımı kaybettim. Gittiğin yere adapte olana kadar baya bir zaman geçiyor. Bu süreci tek başına geçirmek zorunda kalıyorsun. Bazen adapte de olamıyorsun. Bir keresinde Sivas’ın Cürek köyüne gittik. Orada dağdan taştan başka bir şey yoktu. Çocuksun, yapacak bir şey yok. Eğlenmek için sürekli çiziyorsun. Kâğıdın üzerinde bir dünya kurdum kendime. Bir savaşı, bir maçı canlandırdım. Dolayısıyla çize çize ince motor becerilerim gelişti. Yetenek denen şeyi kazanıyorsun. Çizgi mevzusu böyle başladı. Doğuştan yetenek diye bir şey yok. Öyle bir şey var mı dünyada onu da bilmiyorum. Çalışmak ve sürekli çizmekle alakalı. Bu tamamen bilimsel bir olay.
OĞUZ ARAL KAPIYI AÇTI
Büyüdüğünüzde peki nasıl devam etti süreç?
1990 yılında üniversitede okurken Tan Yücel’le beraber Avni dergisine karikatürler götürüyorduk. Satın aldıkları karikatür başına 30 lira veriyorlardı. Bazen iki veya üç karikatür aldıkları oluyordu. Evden gelen para ayda 500 liraydı. Üç karikatür ise 90 lira ediyordu. İnanılmaz bir para o zamanlar. Oğuz Aral yapıyordu bunu. Ne kadar doğru hareketlermiş. Sana bu parayı verdiği zaman sen iş gibi benimsiyorsun bu olayı. Tamam dedim o zamanlar. Gerçek dünyaya ben buradan bakabiliyorum. Bana bir kapı açıldı. Ben de o kapıdan içeri girdim. Oğuz Aral’dan sonra öğrencilere parça başı işleri kimse yapmadı. Onun bu bakışı benim bu mesleği yapmamı sağladı. Yetenek ve çalışma gibi işin birçok parametresi var. En önemli nokta karşı taraf sana ne kadar kapı açıyor ve içeriyi ne kadar gösteriyor.
Karikatürist Emrah Ablak röportajı Ekim 2018’de 131. sayımızda yayınlanmıştır.