İdalinsailing’ten kaptan Fatih İştutan, Sibenik’teki küçük bir köy olan Tribunj’dan Fethiye’ye gerçekleştirdikleri tekne transferini, keyifli kalemiyle okurlarımız için yazdı.
Nisan ayının güneşli bir sabahı, baharın ilk çilek reçelini kaynatırken başladı bütün süreç. Ana tedarikçimiz Bella Yachting’den gelen telefonda 2022 model bir katamarandan bahsediyorlardı. Şu ana dek transfer ettiğimiz teknelere kıyasla yeni bir tekne olacaktı.
İşi alıp detayları konuştuktan sonra İdalinsailing bünyesindeki hazırlıklarımıza başladık. Yolculuğun startı Hırvatistan Sibenik’teki küçük bir köy olan Tribunj olacaktı. İdalinsailing kurulduğundan beri en zor işleri başaran ve her ihtiyacımızda hazır olan kaptanımız Barış, bu sefer de yalnız bırakmadı bizi.
Yıllar önce, ilk işimizde, Adriyatik Denizi’nin ortasında makinesiz kalıp yelkenlerle Yunanistan’ın Erikousa Adası’na kendimizi zor ulaştırdığımızdaki gibi, pandemi zamanında Yunanistan’ın tam kapanma günlerinde Korfu Adası’nda kaçak bir şekilde günlerce beklediğimiz günlerdeki gibi bu işin altından da birlikte kalkacağımızı biliyorduk.
Hırvatistan’ın Split şehri ve civarı için birçok uçuş noktası var. Pandemi zamanında Hamburg aktarmalı da gitmiştik, Paris aktarmalı da. O dönemde uçuş sayısı az olduğundan fazla seçeneğimiz olmuyordu. Ancak şimdi çoğunlukla İstanbul’dan Zagreb’e, oradan da Dash 8-Q400 pırpırlı uçaklarıyla Split’e ulaşılıyor. Biz de en ekonomik olan bu yolla gitmeye karar verdik. Akşam 22.00 gibi Split’te olmuştuk ki, o saatten sonra Tribunj’a gitmek bizim için çok zor olacaktı.
Hemen günlük oda/ev kiralama sitelerinin birinden bir daire kiraladık. Tabii hızlıca kiralama yaptığımızdan odanın fotoğraflarını tam olarak inceleyememiştik. Odaya gittiğimizde bizi ilk olarak odanın ortasındaki jakuzi karşıladı, ufak şoku atlattıktan sonra yatağın çift kişilik olduğunu da görünce bu transferde Barış kaptanla hep yan yana olacağımız belli oldu! Ertesi gün teknenin eski sahibiyle tekneye gitmek üzere buluştuk. Adriyatik kıyılarının o güzel manzaraları eşliğinde 1-2 saatlik yolculukla Tribunj’a vardık.
Katamaranın yeni, geniş ve görece lüks olması sebebiyle önce biraz heyecan yaşadık, sonrasında ise tüm bunların bize çok rahat bir transfer yaşatacağını düşündük. İdalinsailing’in oturmuş sörvey pratiğiyle önce baştan kıça, sonra direkten karinaya, en sonunda ise tek tek sistem kontrollerine başladık. Akşam olduğunda kontrollerimizi ancak bitirebilmiştik.
Tribunj’da güzel bir akşam yemeği yeriz diye planlamıştık, ancak Tribunj’un bu kadar küçük olacağını ve sadece bir marketin açık olacağını hiç düşünmemiştik. İş başa düşünce katamarandaki ilk akşam yemeğimizi hazırlamaya koyulduk. Yemekten sonra yorgunluk üzerimize iyice çöktü. Sabah olduğunda gece boyu deliksiz uyumuş olduğumuzu fark ettik.
Ertesi gün seyir hazırlıklarımız bitmişti ama hava bizim seyre çıkışımıza izin vermiyordu. En az bir gün daha Tribunj’daydık. İdalinsailing’in Hırvat kaptanlarından Josip’in arabayla yarım saatlik uzaklıkta olan Skradin’de olduğunu öğrenmemizle, hemen bir buluşma organize ettik ve Tribunj’a çok yakın bir yerleşim yeri olan Vodice’de buluştuk.
Hırvat yerel yiyecek ve içeceklerini deneyimleyerek anılarımızdan konuştuk, ne de çok anı biriktirmişiz meğer. Siyah risotto diye bilinen “Crni Rizot” tavsiye edebileceğimiz bir yerel lezzet. Mürekkep balığından yapıldığından, yemeğinizi bitirdikten sonra dişlerinizi kontrol etmeniz gerekebilir. Yanında yerel bir şarapla harika bir yemek ve sohbet oldu. Türkiye’de denk gelmek ve bu sefer rakılı bir sohbetin planıyla vedalaştık.
POSEIDON’DAN İZİN ÇIKTI
Poseidon’dan gelen izinle Tribunj’daki minnak marinadan ayrıldık, denizci tabiriyle avara ettik. Denize çıkar çıkmaz da bir denizci geleneği olarak, Poseidon için ayırdığımız bir kadeh şarabı denize dökerek iyi niyetimizi kendisine bildirdik. Poseidon Yunan mitolojisinde deniz ve deprem tanrısı olarak geçmekte. Ancak aynı tanrı Roma mitolojisinde Neptün adını alıyor. Ama Türk denizcileri arasında Poseidon adı daha yoğun kullanılmakta.
Belki bunun nedeni İlyada destanında, tanrıların müdahale ettiği Truva savaşında atların efendisi Poseidon’un Anadolu halklarının tarafını tutmasıdır, kim bilir… Sibenik çevresinden defalarca tekne transfer etmemize rağmen içimizdeki seyir heyecanı hemen kendini hissettirmişti. Akaryakıt ve gümrük işlemleri için 1,5 saatlik seyrimiz başlamıştı.
Sibenik’te yakıt tanklarımızı doldurduktan ve Hırvatistan gümrük ve pasaport prosedürlerini bitirdikten sonra, Türkiye’ye doğru seyir yapan denizcileri Adriyatik’te karşılayan ilk Yunanistan adası olan Korfu’ya doğru yola çıktık. Ama bu sefer Poseidon sözünde durmadı; güya 12 mil açığa çıkıp Hırvat karasularını terk edip Korfu’ya doğru bir seyir planlamıştık ama, ne mümkün. Yağmur, dolu, fırtına…
Denizle mücadeleye girmeye hiç gerek yok, hemen kıyıya yaklaşıp adaların arasında nispeten daha sakin sularda seyrettik. Dolu ve yağmura yapacak bir şey yoktu, ancak en azında dalga ve rüzgâr olarak biraz konfor kazanmıştık. Yaklaşık 300 millik ve iki gün sürecek seyrimiz işte böyle başladı.
Bağlanacağımız yere gündüz gözüyle girme prensibine uyarak, Korfu’ya gündüz ulaşmıştık. Günlerden pazar olması nedeniyle maalesef yakıt alamadık. Her transfer kaptanının olmazsa olmazı yedek akaryakıt bidonlarımızdaki yakıtlarla ilerleyip zaman kaybetmemeye karar verdik ve Lefkada’ya doğru seyre devam ettik. Zaten yelken desteğini de kazandığımız için yakıt sarfiyatımız oldukça düşmüştü. Ancak, bu sefer de Lefkada’ya gece varıyorduk, yine akaryakıt için beklememiz gerekecekti.
Hemen yakıt hesabı kitabı yaptık ve Lefkada kanalına girmeden adanın batısından geçip Kefalonia ve İthaki adalarının arasındaki boğazdan devam etmeye karar verdik. Posedion’un seyrimize el atmasıyla yakıt sarfiyatımız azaldıkça azalmıştı. Bir rota bacağını daha bitirerek, Pilos’a girmeye ve yakıtımızı orda bütünlemeye karar verdik. Bu arada diğer transferlerimizde çok yerde yollarımız kesişen Fatih Türktan kaptanımızın da hemen önümüzde seyrettiğini sosyal medyadan öğrendik.
Yaptığımız görüşme sonrasında onun da Pilos’ta gecelemeye karar verdiğini öğrenmiş olduk. Onlarla güzel bir akşam yemeği yemek, denizcilere özel bol atmalı ve kahkahalı denizci sohbeti yapmak ve geceyi limanda istirahat ederek geçirmek harika olacaktı.
Yaz sezonunun başlamamış olması sebebiyle iskele bomboştu. Normalde kıçtan kara olmanın bile zor olduğu iskelenin en güzel yerine aborda olmuştuk. Hemen yakıtımızı bütünledik ve ülkemizdeki Liman Başkanlığı ve Sahil Güvenlik karışımı bir yapısı olan Port Authority’e gidip durumumuzu izah ettik. Transittik; o yüzden Tepai ödemedik ve ülkeye giriş prosedürünü işletmedik. Belge kontrolü, fotokopilerinin alınması ve 15 Euro ödemenin ardından bir gece Yunanistan’daydık.
YUNANİSTAN KARASULARINDA VERGİ
Yeri gelmişken Tepai’den bahsedeyim: Tepai, Yunanistan karasularına giriş yapan 7m’den büyük teknelerin ödediği aylık bir vergidir. Her ne kadar Yunanistan karasularında bulunmak vergiyi ödemek zorunluluğunu getirse de, Yunan makamları eğer ülkeye resmi giriş yapılmamış ve transit durumunda olunursa vergiyi pek sorgulamıyor.
Hemen sahilde ve iskelenin başındaki birkaç şirin tavernadan birine oturduk ve dört kaptan güzel bir yemek yedik, hem de; avronun 21 TL olmasına rağmen Türkiye’deki eşdeğer bir lokantada eşdeğer bir yemek yiyerek ve aynı hesabı ödeyerek… Mürettebat seyre aşık iki kaptan olunca, denizden bir gece dahi uzak kalmak ve sabaha kadar uyumak bile mümkün olmuyordu. Sabah 04.00’te Pilos’tan avara ettik.
Yunanistan anakarasının güneyindeki Mora Yarımadası’nın geçilecek üç burnu ve sonrasında hırçın bir Ege Denizi vardı. Gece bilmediğiniz bir liman veya marinadan tekneyle ayrılabilirsiniz, denize açılmak kolay olabilir, ancak bilmediğiniz bir limana veya marinaya gece girmeyi planlara dahil etmemek en doğru tercih olacaktır.
Seyrin bu ayağında Poseidon’a verdiğimiz rüşvet işe yaradı; hava bizi ve güzel katamaranımızı hiç zorlamıyordu, hatta kolayımıza rüzgâr bile veriyordu. Sibenik çıkışındaki hava haricinde neredeyse tüm hava ve deniz şartları bizim lehimizeydi. Sanırım Posedion bizi orda yokladı; “Bunlar denizle mücadele mi ediyor, yoksa kafa mı tutuyor” sınavına soktu ve baktı ki bizler doğayla mücadele etmiyoruz, ona boyun eğiyoruz; iyi birer denizci olduğumuza kanaat getirdi ve bizi tekrar sınava sokmadı.
Mora Yarımadası’nı kolayca geçip kendimizi Ege Denizi’nin o lacivert tonlu sularına bıraktık. Defalarca geçtiğimiz rotadan; Değirmenlik (Milos) ve Bolukendire (Folegandros) güneyinden, Santoron (Santorini) ve Anafiye (Anafi) kuzeyinden, İstanbulya (Astypalaia) ve İncirli (Nisyros) güneyinden sihirli 090 rotasıyla doğru Datça. Tekneyi bıraksak kendi gidecek sanki. Hava o derece güzeldi.
Yine sezonun açılmamış olmasının verdiği keyifle, Datça’da istediğimiz bir yere kolayca kıçtan kara olduk. Saat 22.00 gibiydi, artık teşekkür biralarımızı içip istirahate geçebilirdik. Geç saat de olsa, acentemiz Ahmet Bey en azından ülkeye giriş işlemlerimizi yapmıştı ki, hâlâ enerjimiz olduğunu fark ettik ve Datça’da kısa bir tur atıp teşekkür etmeye(!) devam ettik.
Ertesi gün Bella Yachting’in sosyal medya/çekim ekibi gelecek ve Fethiye’ye kadar olan seyirde çekimler yapacaklardı. Ancak, sabah yaptığımız kontrolde sancak makinemizin çalışmadığını tespit ettik. İki kaptan arızayı kontrol ettik, yapabileceğimiz bir şey olmadığına kanaat getirip, işi ustalarına bırakmalıydık. Ustalar saatlerce uğraşıp makineyi devreye aldılar.
En güzel görüntülerin alınabileceği tan vakti denizde olmak için, gecenin karanlığında avara ettik. Harika çekimler oldu, çok güzel görüntüler alındı. Onlar istediklerine ulaşmışlardı, ancak biz hâlâ tekneyi varış limanına getirememiştik. Poseidon’un bize verdiklerinin aksine şansımız bizi zorluyordu ve sancak makine yine sustu.
Artık Fethiye’ye varmaya saatler kaldığından, tek makineyle Fethiye’ye ilerlemeye karar verdik. Hızımız azalmış olsa da katamarandaki ekip kalabalıktı, bol sohbet vardı, hava da güzeldi. Ama sayılı miller bir bir tükendi ve Fethiye’ye vardık.
Hikâye burada bitmemişti tabi ki; teknenin yeni sahipleri transfer kaptanlarıyla birlikte katamaranlarını hem İstanbul’a götürmek hem de denizcilik, katamaran, yelken tecrübesi kazanmak istiyorlardı. Yine işimizin başındaydık. Her sefer yeni bir deneyim, yeni bir macera…