Bu memlekette Keltler’in kahramanlık hikâyeleri, Viking sagalarına1 karışmış. Büyük Roma’nın generalleri, hâlâ büyücü Merlyn’in fısıltılarıyla savaşıyor… Bu memleket, adına Britanya dedikleri soğuk ve büyük bir ada. Etrafını yelkenliyle dönmek için dört hafta, daha doğrusu yaklaşık 2 bin mil sürem olan bir ada…
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: R. Kağan Aybudak – kaybudak@gmail.com
Gizemli bir geçmişin izleri sızlıyor içimde “adalı olmak” denince. 50’li yıllarda Ege’deki küçük adamızda doğmuş anacığımın, bugünün dünyasında bize imkânsız bir rüya gibi gelen çocukluk anılarıyla büyüyüp, ada hasretinin tuzuyla kavrulmaktan geldiğini düşünürüm bunun.
O zamanki Adalıların çocukluk anılarında hep “Egeli” denilen insanlar vardır. Anadilleri farklı ama geçmişi ve geleceği ortak; bayramları ortak; başta hayatta kalma kaygıları olmak üzere tüm hüzünleri ve dahi kahkahaları ortak, müzikleri ortak insanlar… “Egeli” halkların beraber olduğu günleri anlatırlar, şimdi çok geçmişte kalmış ve sanki bizlerin falında hiç çıkmayan bir geleceğin anılarıdır onlar. Ne çare, hüzünlenirim…
BRİTANYA ZAMANI
Bambaşka bir adanın denizlerindeyim şimdi. Adada olmaktan kaynaklı ve kökleri atalarımın hüzünlerine inen bu his yetmezmiş gibi bir de ilk defa yelken bastığım bu gri denizlerin beni dışlayan havasına alışmaya çalışıyorum hâlâ. Rüzgârı ısırıyor, yelkenler güneşsiz. Çok şükür ki biri İskoç diğeri İngiliz, bir tanesi İrlandalı ve iki Rus yol arkadaşıyla her çeşit İngilizce aksanının birbirine karıştığı bir kakara-kikiri ile yol alıyoruz kaç gündür. Bugüne kadarki seyir tecrübelerimden sonra diyebilirim ki denizde yanındaki insanla sorun yaşamıyorsan çıkabilecek başka her sorunu halledilebilirsin.
Henüz kuzey enlemlerine gelmeye pek niyeti olmadığını bildiğim ılık bahar ışığını, Ege’de 36’ncı enlem civarlarında bırakalı sadece altı gün olmuş… Ülkemin, kendi denizimin hasretine hemen düştüm. Aslında artık zamanı günlerle değil, millerle ölçmeliyim. Miller geçmiyorsa, akan zamanın da bana bir faydası yok çünkü. Dört hafta, neredeyse 2 bin mil daha geçmesi gerekiyor ki tekrar kendi sıcak enlemlerime döneyim.
MEDCEZİR ALEMİ
20 Nisan sayfasına son altı günde 500 milin geride kaldığını yazmışım. İlk gün henüz 51. enlemin ortasında bir yerlerde Chatham Limanı’nda, sabaha karşı 03.00 civarları yüksek su (med) zamanında başlayan seyirle akıntıyı arkamıza alıp çıkmışken bu kez alçak su (cezir) akıntısını arkamıza alıp Banff Limanı’na varmayı başardık. İki günü hiç durmadan ve rüzgâra karşı gidilen seyrin son günü. Artık 57. enlemin biraz üzerindeyiz.
Sadece yukarıdaki iki cümlenin içinde geçen tabirlerden de çıkarılabileceği üzere, medcezir etkileriyle yönetilen bir alemdeyiz. Şimdilik, biz ehli keyif Akdeniz ve Egeli denizciler için şu notu düşebilirim: “Gelgitli suda seyir demek, istediğin zaman, istediğin yöne hesapsız kitapsız gidemezsin” demektir. Gidemezsin derken, elbette gidersin… Amma velakin; akıntıya karşı çok mazot yakmak, saatlerce dövünüp bir arpa boyu yol alamamak, karaya oturmak, liman kapılarında beklemek zorunda kalmak veya hiç çıkamamak gibi seyir planlarımızda hesaba katmadığımız sorunlarla karşılaşmak pahasına.
O nedenle, hangi süreyle ve mesafeyle olursa olsun, bu aleminin denizcileri her koşulda bir seyir planı yapıyorlar. İkisi yüksek su, ikisi alçak su zamanı olmak üzere, günde dört defa gidip gelen medcezir etkilerinden kolaylarına olanı tercih ederek avara oluyorlar. En basit seviyede de olsa yazılı bir seyir planı yaparak, onu herkesin görebileceği bir yerde tutmak yasal bir zorunluluk; teknedeki herkesi de bu plan hakkında bilgilendirmek bir gelenek ve nezaket göstergesi.
TATLI TATLI KARAYA OTURDUK
Yorgunluk tayfanın yavaşlığında, konuşmaların sakinliğinde belli ediyor kendini. Tam tadında bir neşe hâkim tüm tekneye, bir gün sonra kimisi evine dönecek ve yeni tayfa gelecek. Yavaş yavaş yemek hazırlığı başlamış. Yarınki seyrin sorumlu kaptanı olacak Jeff, gelgit hesaplarına dalmış… Ülkenin en yaşlı eğitmenlerinden biricik hocam Dave, karın ağrısını şimdiden hissettiğim RYA Yachtmaster Offshore2 sertifikasının zorlu sınavı için bana minik ipuçları veriyor.
İngiliz denizci geleneğinin vazgeçilmez parçası, “limana varınca gırtlağı ıslatma” geleneğinden asla taviz vermeyen tayfa, bir yandan da ortak bütçeyle aldıkları şarap stoğunu ince ince azaltıyorlar. Bizdeki akşamcı minvalinden.
Bir an kadehine gözü takılan Dave, sadece iki yudum içtiğini, sarhoş olmuş olamayacağını ama bir gariplik olduğunu söyledi. Ben de bir süredir sanki denizin üzerinde değilmişiz gibi hissediyor ama kendi stresli halime yoruyor, lafını bile etmiyordum. Derken diğerlerinin de kendi aralarında, sanki teknede değil de karadaymışız gibi hissettiklerini söylediklerini duyduk. Bardaklar, sular, şaraplar, tabaklardaki yemekler, fırın, ocaktaki tencere kısacası her şey 10-15o iskeleye yatık duruyordu…
Dışarı çıktık… Limandaki en büyük ve dolayısıyla en uzun direkli kayık olan S/Y TONIC’in (Bavaria 46) salmasının zemine oturduğu belli oluyordu. Liman Başkanlığı’na teknik detayları telsizde bildirmeme rağmen bizi bağladığı yüzer pontonun önündeki derinlik su alçalınca en az 30 cm kadar az geliyordu bu koca kayık için. Bu durum sürekli yaşanmadığı ve suyun kaldırma kuvveti halen gövdeye destek olduğu için büyük bir sorun değildi. Upuzun direğiyle yan yatmış duran kayık aslında sadece üç saat sonra tekrar ayaklanacak olsa da iç gıcıklayıcı, dramatik bir görüntüydü. Altı kişi 14 tonluk tekneyi uflaya puflaya yana doğru, biraz sancaklı iterken, yüzer pontonla arasında oluşan boşluğa daha fazla usturmaça sıkıştırıyoruz ki gövde çizilmesin. Ve 15 derece eğimli akşam yemeğimize devam ediyoruz.
Banff Limanı, eski taş binaları ve tarihi dokusuyla unutulmaz bir yer. Yüksek taş blok duvarları üzerindeki etkileri, birine medcezirin ne olduğunu göstermek istiyorsan, bulunmaz bir uygulama laboratuvarı.
DÖRT GÜN ÖNCE…
Yer Southwold balıkçı köyü. 15 Nisan, sabah 04:00. Bıçak çıkarsan ancak kesilir bir siste avara olduk. Güneş bir yerlerde doğmuş o kesin… Ama ne yönde doğduğunu pusulaya bakmadan söyleyebilecek bir denizci yok kayıkta. Bu sularda daha ikinci günüm ve sudan çıkmış balık gibiyim. Alışmak için acele etmem gerektiğini içimin en içinde hissediyorum. Sisin nemiyle birlikte, sıfıra yaklaşan soğuğun etkisi olsa keşke bu his.
Pruvaya bir gözcü gönderdik, en azından birkaç kayık boyu genişliğindeki nehir yatağından denize kavuşana kadar çok daha temkinli ilerlemek gerekiyor. Kuzey Denizi rotamız üzerindeki doğu sahili boyunca, irili ufaklı nehir ağızları açıkdenizden sığınmak için haritalarda ilk göze çarpan yerler. Bugün Ben kaptanlık yapıyor. RYA Coastal Yachtmaster eğitimini tamamlamış, Offshore sınavına girme hakkı için mil topluyor.3 Southwold-Whitby etabı, gece seyrini de kapsayan ve 24 saate yayılacak uzun bir plan. Çok matrak ve yardımsever bir tip olan Ben’in bir üst ehliyete geçmesi için seyir kayıt defterindeki en değerli satırlardan biri olacak 100 milin biraz üzerindeki bu planda, ben de onun üstündeki baskıyı azaltmak için elimden geleni yapıyorum.
Çok uzun bir süre sisin içinden motorla devam ediyoruz. Gün içinde her fırsatta yelkenler açılıyor ki yakıt hesaplara göre tüketilsin. 15 dakikalık vardiyalarla dümen tutuyoruz. “Bana bir şey olmaz abi” delikanlılığının lüzumu yok, herkesin tam dikkatine ve enerjisine ihtiyaç var. Üç saatte bir ekipleri değişiyoruz, böylece tayfanın yarısı her zaman dinlenme şansı buluyor.
Mesafe, yön, hız ve zaman verileriyle nerede olduğumuzu saatte dört defa harita üzerinde tespit ediyoruz. Radarda da vardiyalı olarak birisi duruyor. Kuzeye doğru yükseldikçe artacağını duymuş olduğum çeşitli engeller bir bir karşımıza çıkıyor. Havanın kararmasıyla yoğun gemi trafiği, onlarca türbinden oluşan rüzgâr tarlaları ve petrol platformları seyri tadından yenmez(!) hâle getiriyor.
MERHABA KAPTAN COOK
Hava aydınlandıktan sonrasına denk gelen yüksek su zamanında liman girişinde olduğumuz için şanslıyız. Tarihi Whitby Kasabası gerçek dışı bir şirinlikte. Britanya’nın tarihine her koşulda bu kadar sahip çıkabilmiş olması, günlük yaşamın tahribattan korunmuş yüzlerce yıllık yapılarda devam edebiliyor olmasını resmen kıskanıyorum.
Liman girişi sanki ‘Game of Thrones’ dizi seti. Bir antik açık hava müzesine girişi andıran dalgakıranı, iskeleler, gelgit zamanına göre günde sadece birkaç defa açılan köprüleri ve zirvedeki manastırıyla İngiltere ve İskoçya’daki pek çok kasaba için söyleyeceğim bir cümleyi ilk defa dile getirdiğim bir yer: “Buraya en az üç gün ayırmam gerekirdi” ama ne mümkün… Koskoca bir adayı dönmek için yaptığımız planda bir de 60 derece enleminde başlayan Shetland Adaları’na gidip, oradan İskoçya’ya dönmek var. Whitby, Thomas Cook’un doğduğu köy. II. Dünya Savaşı’nda Almanların “spor amaçlı” olarak, nedensiz bir şekilde tepedeki manastırı top ateşine tutarak tahrip etmiş olduğu kasabaya geldiğinizde ilk anlatılanlardan.
AZİZE’NİN KUTSAL ADASI
Yolumuzun üzerindeki en ufak balıkçı köyü hakkında bile anlatılan bir efsane ya da yaşanmış gerçek hikâye duymaya alıştım artık. Ayağımız toprağa bassın bahanesiyle Kuzey Avrupa tarihinin en önemli noktalarından olan ve Britanya Adası’nın da kaderinin değişmeye başladığı yer diye bilinen Kutsal Ada’nın (Holy Island) önüne demirledik. Burası İrlandalı keşişlerin İngiltere ve İskoçya’ya Hristiyanlığı yaymak için yerleştikleri ilk yer ve kimileri tarafından kutsal kabul ediliyor. VII. yüzyıla ait hâlen kalıntılarını görebildiğiniz manastırda İnciller el yazmasıyla çoğaltılırmış.
Burayı coğrafi adıyla andığımızda çok daha çarpıcı bir tarihi dönüm noktasıyla karşılaşıyoruz: Lindisfarne. Yani, 793 yılında Viking Çağı’nı başlatan ve Britanya kültürüne damgasını vuran Kuzey Avrupa etkisinin ilk ateşinin yakıldığı korkunç Viking istilasının başladığı yerin adı. Büyük Viking Kralı Ragnar’ın reisliğinde Norveç kıyılarından yola çıkıp Lindisfarne’da karaya ayak bastıkları düşünülen Vikingler, buradaki manastırı yağmalayıp tüm rahiplerin canına kıyıyor ve Britanya’nın istilasının başladığı gün olarak da bu olay kabul ediliyor.
TEK ÇIKIŞTA 135 MİL DAHA
Kaptanlığın bana geçeceği gün. Hâlen dinlenmiş hissetmiyorum kendimi. Ondan da kötüsü denizin, bulutun renklerine; sıcaklığa, hiçbir şey ve hiç kimseye alışmış gibi hissetmiyorum. Aslında kolay bir rota, neredeyse 000o kuzeye gidiyoruz.
Rüzgâr aniden ciddi bir biçimde arttı ve spinnaker’ı indirmemiz de büyük olay oldu. İlk günden beri hemen her şeyi eğlenceli tarafından ele alma eğiliminde olan ekibimizdeki yüzler hâlen gülüyor, bir tek “Yelkeni ıslatmasaydık daha iyiydi tabi…” diye gülüşüyoruz. Her ne kadar bu sulara alışkın, tecrübeli ve teknik olarak yüksek seviyede tayfadan oluşan bir ekip olsak da bazen ilk defa bir araya geldiğimizi hissettiğimiz ufak tefek aksilikler yaşıyoruz. Üstelik tayfanın yarısının anadili de İngilizce değil. Ne yapalım? Gülümsemeye devam edeceğiz.
DENİZDEN DEĞİL İNSANDAN KORK
Kültürel farklılıklardan çok, kişisel özellikler kendini belli etmeye başladı. Belarus’tan gelen çiftin önceleri “tatlı heyacan” gibi gözüken tavırları, anlamsız bir hırsa dönüşmüş durumda, bu durum ister istemez diğer tayfa arasında tebessümlere ve dedikodumsu sohbetlere konu olmaya başladı. Çünkü gitmek ve varmakla, rüzgârı verimli kullanmakla ilgili taleplerini, sürekli hırslı bir biçimde dile getirmeleri gözden kaçacak gibi değil. Bu ikili uzun bir açıkdeniz seyrinden ziyade, bol bol bağırıp çağırabilecekleri ve hız yapabilecekleri bir hafta sonu yelken yarışına gitseymiş keşke…
Başa gelen çekilir… Profesyonel bir denizci her tip insanı bir şekilde idare edebilmeli ama bu arkadaşlar gerçek bir sınav. Diğerleri onlarla vardiya paylaşmama eğilimine girdiği için ben de uyumlu yol arkadaşı numarası yaparak mecburen bu çiftin vardiyasına katılıyorum. Bir de “sevenleri ayırmayalım” diye çifti aynı vardiyaya koyduğumuz için etkileri ikiyle çarpılıyor.
Gecenin köründe benim vardiyamda rüzgâr tamamen kaldı ve motor çalıştırdık. Uyanınca ilk iş göz attığım seyir defterinden görünen, bizden önceki vardiya sürekli camadan vurup, camadan açmış. Bastıran sağanaklardan bezmiş gibi görünüyorlar. İstikrarsız rüzgâr koşullarından epeyce yoruldukları görülüyor. Bizim vardiyanın tamamı uyanmışken onlara bir 10 dakika erken vardiya teslimi önerdiğimizde o kadar sevindiler ki… Uzun bir seyirde, zor hava koşullarında bazen ufak bir jest yol arkadaşlarınızın moralini birden bire yükseltiyor ve bu anlar kuvvetli dostlukların kurulmasına vesile oluyor.
KAPTAN KİTAP OKUMAZ!
Lossiemouth Limanı derinlik hesaplarını yaptıktan sonra liman girişini ve pontonların yönlerini çalıştım. Tüm ülkeyi kapsayan pilot kitaplar hemen her bir limanın basit de olsa bir krokisini içeriyor, eğer yoksa ve harita ölçeğindeki veriler de sizi tatmin etmiyorsa liman başkanlıklarına doğrudan telefon ederek detaylı bilgi talep etmeniz bekleniyor sizden. Ya da aynen bizde olduğu gibi balıkçı limanlarındaki kooperatif benzeri yerlere telefon edebiliyorsunuz. Eğer bu sularda bu şekilde davranmazsanız, tayfanızın seyir güvenliğiyle ilgili endişe duyacağını ve sizi garipseyeceğini söyleyebilirim.
Bakınız sadece bu paragrafta yazılanlar bile Britanya denizcilik geleneğinde bilgiye ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir. Liman girişlerinde çok tecrübeli de olsalar, kaptanların ufak bir kâğıda çizdikleri krokiyi ellerinde bulundurmaları, acil durumda karar vermeyi kolaylaştırması ve bilginin herkese açık, ulaşılabilir bir kaynak olması açısından tercih edilen bir yöntem.
Üzülerek, yeri gelmişken şu karşılaştırmayı yapmadan geçemeyeceğim. Benim ülkemdeyse Sadun Boro’nun pilot kitabından çalıştığı için ya da haritadan derinlik kontrolü yaptığı için “tecrübeli” meslektaşları tarafından hakir görülen kaptanlar gördüm. Ben de özellikle ticari seyahatlerimde, güvenlikle ilgili uygulamalarımı Britanya standartlarında tutmayı tercih ettiğimden garipsendiğim durumlarla sıklıkla karşılaşmışımdır. Çünkü tecrübeli kaptanın haritaya, siste radara hele ki hiçbir pilot kitaba ihtiyacı yoktur(!) bizim oralarda…
ÜLKE ÇOK GÜZEL PEKİ KAHVALTI?
21 Nisan. Bu sefer seyir defterine dünden kalan satırda sadece 35 mil yazıyor. Dünkü yolu tamamen motorla, sabit 375 derecelik bir açıyla geldik. Tam kafadan gelen rüzgârla, liman giriş saatini kaçırmamak için başka çaremiz yoktu ve zaten herkes önceki seyirlerin yorgunluğuyla ezilmiş haldeydi. Liman girişi âdeta doğal bir labirent gibi, benim yaşımda çocukları olan yaşlı kabin arkadaşım Jeff ise tam bir deniz kurdu. Türkçeye bu şekilde çevirdiğimiz bu terimin yerine İngilizcede tuzlu köpek de diyebiliyorsunuz. Jeff kendisine bu lafı yakıştırıyor. 80’e merdiven dayamış delikanlının iki hobisi var: Viski ve deniz. Yaşının da verdiği özgüvenle denizde yaşanan her zorluğu dalgaya alan yapısına rağmen düşük suyun en düşük olduğu anlarda ucu ucuna yetişebildiğimiz liman girişine vardığımızda çok gergindi. Dümenin sorumluluğu ağır oluyor tabi….
Sabah alarmsız uyanmış olmanın mutluluğuyla mısır gevreği, portakal marmeladı ve sütten oluşan bir “kahvaltı” yaptım… Soğuktur, yağmurdur her şeye eyvallah dedik ve ısrarla kuzeye gidiyoruz da bu kahvaltı hallerinde sıla hasretim iyice kabarıyor. Kimseye de bir şey diyemezsin. Adam görmemiş ki hayatında kahvaltı… Ne yapsın? Anlayamaz seni. Tereyağı taklidi yapan margarin, bolca reçel ya da marmelat, mısır gevreğinden oluşan kahvaltılar çok popüler.
“Lossie” adlı nehrin döküldüğü yerde kurulmuş bir kasaba, ufak bir yer: Lossiemouth. Uğradığımız yerlerin tamamı için film seti gibi, tarihin günlük hayata karıştığı; mutlu ve huzurlu görünen insanların yaşadığı yerler diyorum. Burası da bu tanımların tamamını hak ediyor.
Karavanlar, bisikletliler, koşanlar… Neredeyse herkes köpeklerini gezdiriyor. Kentler yüzlerce yıldır değişmeyen çizgilerle çok düzenli. Günlük yaşamda herhangi bir karmaşa izi görünmeyen, pastoral tabloları andıran yerler.
HAFTANIN SON LİMANI
Lossiemouth liman içi kalabalık ve küçük bir yer. İlk bağlandığımız yerde kalırsak 80 dakika içinde ciddi bir biçimde karaya oturacağımızı hesaplayarak, oradan avara olup 7-8 metre yüksekliğinde bir duvarın önüne bağlandık. Bağlanma manevraları Türkiye’de görebileceğiniz herhangi bir manevraya göre İngiltere’de çok uzun sürüyor ve herkes bunu doğal karşılıyor. Çünkü basit olduğunu düşündüğünüz bir hareket de olsa, ortamda her zaman bir planlama ve plana sadakat var.
Genetik olarak tez canlı bir Akdenizli ve pratik olmakla övünen bir Türk olarak tabi bu tavır bazı yerlerde bana çok abartılı geliyor olsa da geleneğe saygım büyük. Öncelikle herkes bu şekilde davranıyor, ayrıca neden bir iş bir kerede, doğru düzgün yapılmasın ki?
SONRASI ARTIK KUZEY DENİZİ
Bir sonraki haftada da kuzeye doğru yükselmeye devam edeceğiz. Atlantik yönünden gelen kuvvetli lodos uyarısı pek de bu isteğimizi onaylar görünmese de hedefimiz Shetland Adaları’na kadar çıkmak. Rotamızda Danca’yla karışık yerel İskoç dillerinin konuşulduğu İskoç köyleri ve II. Dünya Savaşı’nın en büyük batıklarının olduğu, haritalarda “ufak teknelerin seyri tehlikelidir” uyarılarının yer aldığı sular var. Karadeniz dağlarının yaylalarıyla Akdeniz’in koylarının bir coğrafyada buluştuğu İskoçya Lochları’nın ve Kuzey Denizi’nin karanlık dalgalarının fotoğraflarından oluşan bir seçkiyi beğeninize sunacağım.
Yüzyılların disiplinli denizcilik geleneğinden tutun da günlük sosyal yaşama varana kadar pek çok alanı etkileyen, Britanya Adası’nın Avrupa kara kültüründen ayrı olarak gelişmesindeki en büyük etkilerden olan medcezir oluşumunun teknik detaylarını ve hesaplama yöntemlerini de sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Ayrıca aramıza yeni katılan tayfayla yapacağımız ve Shetland’dan güneye dümen kırdığımızda karşılaşacağımız deniz koşullarını masaya yatıracağımız toplantıya da davetlisiniz.
Nisan’da daha kuzeyde görüşmek ümidiyle. Selametle…
DİPNOTLAR
1. Viking halk edebiyatındaki tarihi hikâyelere verilen isim.
2. RYA Yachtmaster Offshore sertifikası, dünyanın en prestijli denizcilik kurumlarından olarak kabul edilen Royal Yachting Association (Kraliyet Denizcilik Birliği) tarafından tescillenen bir kaptan yeterlik belgesidir.
3. Kıyıya olan seyir yetki mesafesine göre birbirlerinden ayrılan yeterlik belgeleri.
Britanya Etrafında Seyir gezi yazısının birinci bölümü Mart 2020’de 148. sayımızda yayınlanmıştır.