Çam ormanlarının yeşilinin denizin mavisiyle buluştuğu, dünyada belki de hiçbir yerde bulamayacağımız o büyülü doğa harikalarımız bir bir yanıyor. İçimiz acıyor, geleceğimiz gözümüzün önünde küle dönüyor.
Söyleyecek, yazacak iki kelime bulmak zorlaşıyor. Sebep ne olursa olsun bir ormanın küle dönmesinin kabul edilebilir tek bir yanı yok.
“Yıllarca Kısmet’i ve onun garip yolcusunu en güzel koylarında misafir edip ağırlayan Gökova’ya, ne zamandır bir şükran borcu olarak, naçizane bir şeyler armağan etmek isterdim. Gönlümde yatan, bir ‘Denizkızı’ idi. Onun için, en ücra koylarında bile ağ attım, belki tutarım diye. Ama bizim ağ eskimiş, yırtılmış, her voli çevirişimde Denizkızı bir delik bulup kaçtı. Bir türlü ele geçiremedim. Nihayet, bir gün, heykeltıraş Tankut Öktem yardımıma yetişti. Usta ellerinde, Deniz Kızı vücut buldu. Sonra getirdik, Okluk Koyu’nun girişindeki kayanın üzerine oturttuk. Ve 1995 yılının 28 Ekim günü, dostlarla beraber duvağını açıp ona ‘Hoş geldin’ dedik. O da, Tanrı’nın bizlere emanet ettiği, bu dünya cenneti Gökova’yı, bozmadığımız, yakmadığımız, kirletmeyip aynen koruduğumuz sürece, aramızda yaşamaya söz verdi. Temennimiz odur ki, Deniz Kızı’nı bir gün gene yollara düşmeye mecbur etmeyelim.”
Sadun Boro sadece denizciliğiyle değil çevreye olan duyarlılığıyla da örnek aldığımız, hayranlık duyduğumuz büyük bir üstad. O bir Gökova aşığıydı. Yukarıdaki cümleler ona ait. Bugün oraların yandığını görmediğine seviniyorum. Ama deniz kızı ne kadar aramızda kalır bilemiyorum…
Yaşadığımız güzelliklere sahip çıkalım!