Yelken yarışçılığında suni problemlerle uğraşmak yerine realist olup gerçekten fark yaratacak değişimlere cesaret etmeliyiz.
Yelkende olimpiyat ateşinin fitili, 80’li yılların ortalarında Olimpik Dayanışma Programı çerçevesinde Pat Healy’nin bir haftalık kamp için İstanbul’a gelmesiyle ateşlendi. Healy, üç Olimpiyat, üç Pan Amerikan Oyunları, iki Dostluk Oyunları ve sayısız Dünya Şampiyonası’na katılan Kanada Olimpik Yelken Takımı’nın baş antrenörlüğünü de yapıyordu.
Kamp öncesi hazırlık toplantıları, antrenmanlar, programlar yapıldı. Büyük gün geldi çattı, Pat Healy ile kampımız başladı. Deniz antrenmanlarının sonunu uzun toplantılarla bitiriyorduk. Deniz antrenmanlarında o günlerde hiç uygulanmayan küçük startlar veriyor, kısa yarışlar yapıyor, şamandıra dönüşlerini defalarca çalışıyor, sayıları ve sıklıkları gittikçe artan tramola ve kavançalar atıyor, antrenman sonunda da yorgunluktan bitkin halde karaya dönüyorduk. Toplantılarda ise yarış kuralları ve basit taktikler konuşuluyor, günün değerlendirmesi yapılıyordu.

Birkaç gün geçtikten sonra küçük protestolar başladı, ne de olsa aramızda çok deneyimli yelkenciler vardı. Healy’den beklediğimiz bize uygun, hızlı ayarları göstermesiydi. Tek eksiğimizin ayarlar olduğuna inanıyorduk. Oysa o bize hiç sıkılmadan, manevralarımızı nasıl geliştireceğimizin, tekne hakimiyetimizi nasıl artıracağımızın tüyolarını veriyordu. “Yeter” deyip isteğimizi bildirdik. Bize ayar ve bilgi gerekliydi. Healy duyduklarına hiç kızmadı, belli ki daha önce de duymuştu bu tip serzenişleri.
Tahtada çok küçük bir matematik yaptı ve yarışta yapılan manevraları tek tek saydı. İyi tramola ve kavança atanın diğerlerine göre ne kadar öne çıktığını hesapladı, topladı. Sonuçta çıkan mesafe, bizim yabancı rakiplerimizden yediğimiz farka eşitti. Daha sonra tahtaya kocaman yazdı “There are no magic numbers”. Yani sihirli rakam yoktur.
BOŞUNA TARTIŞIYORUZ
Bugün yaşadığımız IRC-ORC ölçü sistemi tartışmalarını buna benzetiyorum. Yelken yarış seviyemiz bu kadar kötüyken niye bunlarla uğraşıyoruz akıl sır ermiyor. Yelken filosunda tekne sahibi yarışçılar çok azaldı. Filoların genelini, birkaç profesyonel ya da deneyimli yelkenciyle güçlendirilmiş yelken okullarının şirket takımları oluşturuyor. İtiraf etmek çok zor ama ekip üyelerinin birçoğu yarış kurallarından ve daha da ilginci yarışın kendisinden habersiz.
Bizim tartışmamız gereken konu, genel yelken yarışçılığı seviyemizi nasıl ilerletebileceğimiz, seviyeyi nasıl yükseltebileceğimiz olmalı. Gezici tekne sahiplerini yarış filosuna katmanın yollarını bulmalıyız. Kavga edip birbirimize kırılmak yerine hep birlikte oturup olumlu yönde tartışmalıyız. Bana ve birçoğumuza gündelik sıkıntılar, Boğaz yarışları az mı çok mu, katılım payları gibi yapay problemlerle boğuluyoruz gibi geliyor. Dergimiz kurulduğundan beri düşüncelerimi köşemden paylaşıyorum. Yelkenle ilgili bu kadar eleştiri yaptım, hiçbirine tepki gelmedi. Ta ki IRC-ORC konusunu yazana kadar. ORC sistemini benimseyenler, eskiden kullandığımız IMS sistemine göre ORC’nin çok farklı olduğunu, teknelerin ölçülerinin çok basitleştiğini anlattılar. Ayrıca ORC optimizasyonu yapmaya gerek olmadığını, sistemin her optimizasyonu tanıdığını ve özellikle şamandıra yarışlarının çok daha adil olacağını belittiler.
IRC sistemini savunanlar ise “Akdeniz’de neredeyse bizden başka IRC kullanan ülke yok” cümlemin yanlış olduğunu, Middle Sea Race, Eagean 600, Giraglia, Palermo gibi birçok yarışta ORC’nin yanında IRC filosunun da yarıştığını, yalnızca St Tropez yarışında IRC kullanıldığını belirttiler. Yeni sezon, yararına inanmadığım tartışmalar ve ayrışmalarla başlıyor. Sonu iyi olur umarım.
Adil ve kolayına rüzgârlar diliyorum.