Denizcilik ve yelkeni eğitim müfredatına dahil edebilsek çok yol kat edeceğiz. Hayal mi dersiniz? Bütün dünyada örnekleri mevcut, bizde de pekâlâ olabilir.
Yelken 10 bin yılı aşkın süredir insanoğlunun hizmetinde olmasına rağmen 17. yüzyıldan beri spor olarak yapılıyor. Yelken sporunun bu süre içinde teknolojinin gelişmesiyle geçirdiği değişim yadsınamaz. Şunu da unutmamak gerekir ki, her sektörde olduğu gibi tarih boyunca çıkan savaşlar, ekonomik krizler ve değişime kapalı kafalar tarafından bu gelişim birçok kez sekteye uğratılmıştır. Buna en güzel örneklerden biri, yatçılık tarihinin gelmiş geçmiş en müthiş gemi ve makina mühendisi olarak kabul edilen Nathanael Herreshoff’un 1876’da tasarlayıp kullandığı Amaryllis isimli katamaranıyla aynı yıl New York Centennial Regatta’ya katılması ve rakiplerini açık ara farkla mağlup etmesinden sonra olanlardır. Namı diğer Wizard of Bristol’ın (Bristol Büyücüsü) yaptığı tekne, o dönemin en hızlı yelkenlilerini geçince çok gövdeli teknelerin yelkenli yarışlarında kullanılması yasaklanmıştır. Herreshoff daha sonra tek gövdeli teknelerde de maharetini göstermiş ve yaptığı teknelerle Amerika Kupası’nda altı kez başarı kazanmıştır. Amaryllis’i incelediğinizde günümüz yarış katamaranlarının bütün yapısal özelliklerini bulabilirsiniz. Sadece kullanılan malzeme farklı. Herreshoff’un karşısında o dönemin sözde büyük yatçıları, egolarının kurbanı olmasalardı yelken sporu çok daha ileri bir noktada olabilirdi.
Neyse ki geç de olsa bu spor dalında sınırlarını zorlamak hevesiyle yanıp tutuşan yelkenciler, yeni jenerasyon bir yelkenciliğin önünü son yıllarda açtılar. Yelken sporunu neredeyse yeniden yazan çok gövdeli ve foiling (sualtındaki kanatları yardımıyla uçabilen) tipi tekneler eriştikleri yüksek süratler yüzünden giderek daha fazla yarışta kullanılır hale geldi. Buna en iyi örnek olarak Amerika Kupası, Dünya Match Race Şampiyonası’nın ve Fransa turunun çok gövdelilere dönmesi, yeni yapılan tek gövdeli Imoca teknelerinin foiling hale gelmesini sayabiliriz. Bu süratlerdeki yarışlarda sporculardan beklenen zihinsel ve fiziksel çabukluk da doğal olarak artmış oldu. Zaten bu sebepledir ki şu anda yelkenin en üst seviyelerinde yarışabilenlerin yaş ortalaması 30’ların altına indi.
Yelken sporunda gereken hızlı karar verme ve dümen hassasiyeti, yüksek hızlardan ötürü katlanarak zorlaşıyor. Teknelerin kullanımında da uçuş kontrolü ve izafi rüzgârın bu seviyede kullanımı yepyeni bir his. Aynı zamanda bu sporcuların fiziksel kondüsyonları da bundan önceki yıllara kıyasla çok yükselmiş oldu. Diğer yandan görebileceğimiz bir şey de sporcuların artık darbelere karşı koruyucu özelliği olan özel kıyafetler giymeye ve kask takmaya başlamış olması. Sonçta 10-12 knot süratle yapılan bir kazayla 30 knot’la yapılan arasındaki fark büyük. Birinde teknenin içinde sert bir şekilde savrulur, diğerindeyse darbenin yönüne doğru 10-15 metre uçabilirsiniz. Dahası teknenin yüksek olasılıkla alabora olması ve bu esnada teknenin altında halatlara takılıp nefessiz kalma riskinize karşı sporcuların yanlarında bıçak ve minik bir dalış tüpü bulundurmaları yeni kurallardan biri.
Türkiye’de bu potansiyel olduğuna yürekten inanıyorum
Tabii bu noktada şunu sorabilirsiniz: “Yahu bu spor hangi ara bu noktaya geldi, biz neden böyle yelken yapmıyoruz?” Biz de elimizdeki imkanları kullanarak bu yarışlarda yer alabiliriz. Alıyoruz da. Yüksek performans yelken yarışlarında Türk takımlarının başarılarını görmeye başladık. Arkas, Provezza ve Team Turx, uluslararası anlamda yelkenciliğimiz adına gurur duyabileceğimiz neticelere imza atıyorlar. Alvimedica’nın Volvo Ocean Race’teki başarısını hepimiz gururla izledik ve alkışladık. “Keşke içinde bir Türk yelkenci de olsaydı” dedik. Planlamada sıkıntı yaşanmamış olsaydı o da olurdu. Bunun sebebi o projeyi yöneten veya danışmanlık edenlerin basiretsizliğinin dışında bu seviyede yarışabilecek kondisyona sahip sporcu havuzunun çok sığ olmasıydı.
Profesyonel yelken yarışları “Hafta sonu yarışçıları” diye tabir edebileceğimiz yelken severler için hem kondisyonel hem de teknik anlamda çok yüksek seviyede beklentiler içeriyor. Bunu karşılayabilmek için hayatınızın tamamen yelken odaklı olması gerekir. Bu noktaya gelirken de yüksek süratli yelkenlilerle deneyiminizin olması tavsiye edilir. Dünyada başarılı olan takımlar genellikle bu tip hızlı tekne geçmişi olan sporculardan oluşmaktadır. Önümüzdeki yıllarda Amerika Kupası, VOR ya da Extreme Sailing Series gibi yarışlarda başarı gösterebilmemiz için şimdiden gençlerimizi 29er,49er, Nacra17 ve Moth’lara bindirmemiz gerekiyor.
Arkas yelken takımının tamamı profesyonel yarışıyor, Team Turx de öyle. Ülkemizde giderek daha çok marka yelkeni doğru bir iletişim aracı görerek yatırım yapıyor. Üniversitelerde açılan yelken kulüpleri ve yat yarışlarındaki başarıları umut verici. Bir de denizcilik ve yelkeni eğitim müfredatına dahil edebilsek çok yol kat edeceğiz. Hayal mi dersiniz? Bütün dünyada örnekleri mevcut, bizde de pekâlâ olabilir.
Team Turx olarak Extreme Sailing Series’in 2015’teki bütün ayaklarına baktığımızda diğer takımlara göre sert havalarda kondisyonel eksikliklerimizi görebiliyoruz. Takımın tekne üzerinde beraber geçirebileceği vakit kısıtlı. Birkaç senedir hiç değişmeyen ekiplerle yarışan takımların farkı kendini belli ediyor. Bunun yanında sene genelinde bazı iyi yarışlar da çıkardığımızı görebiliyoruz. Hayalimiz daha hızlı gelişebilmek ama bu maalesef biraz daha zaman ve bütçe istiyor. Üç sene öncesine kadar katamarana hiç binmeyen ve yarışmayan yelkenciler olarak şu anda bu seride yarışabiliyor olmamız dahi çok sevindirici. St Petersburg ayağından itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığı ana sponsorluğunda “Turkey Home of Sailing” ve “Home of Two Continents” sloganları kapsamında bayrağımızı dalgalandırıyoruz. Ayrıca Enka, Number1 ve Sailracing’in desteğini alıyoruz. Aralık başında Sydney’de final yarışına katılacağız. Bu aynı zamanda Extreme 40’ların da son yarışı. Önümüzdeki sene yarışlar GC32 tipi foiling katamaranlarla yapılacak. Şimdiden bunun planlarını yapıyoruz. Hepimizin hayali bu tip yarışlara katılan takımların artması ve yeni sporcuların yetişebilmesi. Türkiye’de bu potansiyel olduğuna yürekten inanıyorum, kafamıza koyduğumuz şeyi başarabiliriz. Önemli olan istemek ve gereken disiplinle çalışmaya devam etmek.