Mekân büyüdükçe zaman da genişler mi? Varacağı noktaya çabuk varmak mı yoksa deneyimlerle varmak mı insanı hızlandırır? Denizdeyken kafamda bu gibi sorular belirebiliyor. Palma De Mallorca’ya yaptığımız tekne transferinde bu gezegen üzerindeki yerimizi, büyüklüğümüzü hatırladım. Zamanın göreceliği yüzüme çarptı…
YAZI: Melis Baykan (instagram/melisbaykan)
Hiçbir zaman dengeyi iyi kurabilen biri olamadım. Genellikle çok hızlı ve yoğun bir akış sonrası gelen mecburi bir dinlenme, nadas sürelerine sahip oldum. Ancak geçtiğimiz temmuz ayında gerçekleştirdiğimiz Göcek-Palma De Mallorca tekne transfer yolculuğu beni yavaş yaşamaya dair düşünmeye itti.
Temmuz ayında Cheese Sailing-Akpa Chemicals ekibi olarak Copa Del Rey (Kral Kupası) yarışına katılmak için 53. Deniz Kuvvetleri Kupası finişinden dört saat sonra Palma de Mallorca için yola çıktık. Bu, üç gün üzerinde yarışılmış bir tekneyi teslim alıp, gümrük geçişini yapıp yola çıkmak anlamına geliyor. Oldukça hızlı bir başlangıç diyebiliriz. Ek olarak tekneyi yarışa yetiştireceğimiz için yaklaşık 1350 millik bir rotayı 10 gün içerisinde tamamlayıp Palma’ya bağlanmış olmamız da gerekiyor. Bu da deniz şartlarını ve yol boyunca olabilecekleri göz önünde bulundurursak hiçbir zaman garantisini veremeyeceğimiz bir durum. Bu yazıda seyir detaylarını aktarmak yerine biraz daha derinlere inip zamanı, mekânı ve etrafımızı algılayışımıza odaklanmak istiyorum.
ZAMAN NEDİR?
“Zaman nedir” diye sorulduğunda, “Sormazsanız biliyorum, sorarsanız söyleyemem” demiş St. Augustin. Herhangi bir şeyin tamamını algılamak mümkün durmuyor ancak o şeyleri küçülterek, basitleştirerek elle tutup, gözle görebileceğimiz bir ölçeğe çekersek algılayabiliyoruz. Transfer yolculuğunun henüz 200 deniz millik mesafesinde Mora Yarımadası’nın ucuna varmıştık, burası haritada iki nokta arasına çizgi çekip “Şu kadar saatte varacağız” dediğimiz ilk hedef noktasıydı. 50 saatlik deniz yolculuğu sonrasında Yunanistan anakarasının güney ucundaydık, güneyimiz alabildiğine Akdeniz… O kara parçası haritada o kadar önemsiz gözüken küçük bir noktayken yanından geçerken büründüğü heybetli hâl karşısında şok içindeydim. Hayatı hızlı yaşamaya -tüketmeye- o kadar alışmışız ki uçakla bir saati bulmayacak bir yolu denizleri, dalgaları, adacıkları, günbatımlarını, ayın doğuşunu aşarak iki koskoca günde kat etmiştik. Bu süreç insanın, nereden hareket ettiğine, nereye varacağına ve yol boyunca rotada olduğunu anlaması için seçtiği kerterizlere odaklanmasını sağlıyor. O kadar hayati bir süreç ki, adeta bütün odağın bu oluyor. Varınca seni karşılayan o kara parçasının önünde önce bir küçülüyorsun, seni kabul ettikten sonra desturunla yanından geçiyorsun. Ondan aldığın küçük büyük öğretiler, güvenceler veya önlemlerle bir sonraki belirlediğin nokta için uğurlanıyorsun. Harita üzerinde önemsiz görünen yakın, kısa, “Ne var ki” dediğin noktalar, hayat deneyiminde o kadar büyük, kocaman, heybetli ve üzerinde yaşam taşıyan ulvi topraklar haline geliyor ki insan; ‘’Ben kendimi ne kadar büyük sanıyorum’’ diye sorguluyor.
Uzun seyirde düşünce akışı yazısının devamnını Kasım 2024 sayımızda okuyabilirsiniz.